13 Şubat 2014 Perşembe

Ssk İşçisi Rapor Ücreti Alırken İşyerinde Çalışmadığına Dair Belge

Ssk İşçisi Rapor Ücreti Alırken İşyerinde Çalışmadığına Dair Belge
 ----------------------------------------------------------------------------
 
 
 
 

Ssk İşçisi Rapor Ücreti Alırken İşyerinde Çalışmadığına Dair  Belge

İşyerimizde çalışan ve …..………../……………….tarihleri arasında raporlu olan  ..…….……………………….. sigorta sicil nolu .…………………………….. raporlu olduğu süre içinde  işyerinde çalışmamıştır.
 
 

İŞYERİNİN :

UNVANI :

SSK SİCİL  NUMARASI :

ADRESİ :
 
 
 

Kaşe  İmza
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

İşyerimizde  çalışan ve …..………../……………….tarihleri arasında raporlu olan ..…….………………………..  sigorta sicil nolu .…………………………….. raporlu olduğu süre içinde işyerinde  çalışmamıştır.
 
 

İŞYERİNİN :

UNVANI :

SSK SİCİL NUMARASI  :

ADRESİ :
 
 
 

Kaşe İmza
     

Yaş şartını bekleyenlere kıdem tazminatı ödenmesinde işten ayrılma şartı

Yaş şartını bekleyenlere kıdem tazminatı ödenmesinde işten ayrılma  şartı
 

Resul Kurt

Sayın Resul Bey, size sormak istediğim soru:  Sigortalılık süremi ve prim ödeme gün sayımı doldurdum, fakat emeklilik için  yaşımı beklemek zorunda mıyım? Yaşımı beklemeden SSK'dan evrak almak kaydıyla  kıdem tazminatımı alma hakkına sahip miyim? Kıdem tazminatımı almam için  işyerinden ayrılmış olmam şart mı? İlginiz için teşekkürler. Erhan  ÖZDEMİR

Sayın Özdemir; yaş şartını bekleyenlere kıdem tazminatı ödenmesi ile  ilgili olarak daha önce ayrıntılı bilgi vermiştim. 08.09.1999 tarih ve 23810  sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4447 sayılı kanunun 45'inci maddesiyle 1475  sayılı İş Kanunu'nun 14. maddesine eklenen ve yayımı tarihinde yürürlüğe giren  bende göre; 506 sayılı kanunun 60'ıncı maddesinin birinci fıkrasının (A)  bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer  şartları veya aynı kanunun geçici 81'inci maddesine göre yaşlılık aylığı  bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını  tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları nedeniyle feshedilmesi  halinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet akdinin devamı süresince  her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem  tazminatı ödenmesi gerekmektedir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran  üzerinden ödeme yapılacaktır.

Bu durumda yaşı beklemeniz halinde kıdem  tazminatı ödenebilmesi için işinizden ayrılmanız gerekmektedir. İşten ayrılmadan  kıdem tazminatı talep edilmesi mümkün değildir.

İş hukuku mevzuatında kaynak  kitap

Sayın Resul Kurt, DÜNYA Gazetesi'ndeki ve mesleki dergilerdeki  makalelerinizi ilgiyle takip etmekteyim. Yazılarınızın, iş hukuku ve sosyal  güvenlik alanında çalışan bizlere çok büyük yararları olduğunu belirtmeliyim.  Ben sizin bu çalışmalarınızı kitap olarak yayınlayıp yayınlamayacağınızı  öğrenmek istiyorum. Gerçekten bu alandaki önemli bir boşluğu doldurmuş  olursunuz. Bizlere önerebileceğiniz bir kaynak kitap var mı? Ahmet  AYDIN/Ankara

Sayın Aydın; ilginize teşekkür ederim. Sizin beklediğiniz gibi  bir kitabım bulunmaktadır. Daha önce 2 baskı yapan "İş Hukuku ve Sosyal Sigorta  Mevzuatının Usul ve Esasları, Uygulamalar, Sorunlar, Çözümler, Yargı Kararları"  adlı kitabımın 3. baskısı Eylül 2004'te yine İstanbul Serbest Muhasebeci Mali  Müşavirler Odası (İSMMMO) tarafından yayınlandı. İş hukuku ve sosyal güvenlik  mevzuatında 2004 yılında 5073, 5084, 5198, 5228 sayılı kanunlarla yapılan önemli  değişikliklerinde yer aldığı "İş Hukuku ve Sosyal Sigorta Mevzuatında Usul ve  Esaslar, Uygulamalar, Sorunlar, Çözümler, Yargı Kararları" adlı kitabı İstanbul  Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası'nın (İSMMMO) Kurtuluş Cd. No: 152  Kurtuluş/İstanbul adresinden 25 milyon TL karşılığında bizzat temin  edebileceğiniz gibi, İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası'nın  (İSMMMO) Türkiye İş Bankası Kabataş Şubesi'ndeki 361429 nolu hesabına kitabın  bedeli olan 25 milyon TL'yi yatırarak faturanın kesileceği kişi veya kurumun  adı, unvanı, adresi, vergi dairesi ve vergi numarası ile telefon numarasını  (gerçek kişiler de fatura kesilebilmesi için vergi dairesi ve vergi hesap nosu  bildirecektir) İSMMMO'nun; ismmmo@ismmmo.org.tr[/url" target="_blank"> e-mail adresine veya  0-212-343 47 80 nolu faksa göndermeleri veya 0-212-315 84 00 nolu telefondan  bilgi vermeniz halinde kitap kargo ile gönderilmektedir.

Okuyuculara  cevaplar

Sayın Resul Kurt, DÜNYA Gazetesi'nde her zaman yazılarınız ve  yorumlarınızı okuyorum. Bizi aydınlattığınız için teşekkür ederiz. Yardımcı  olursanız size bir sorum olacak. Şöyle ki; eşimin SSK girişi 01.05.1986'dır.  Doğum tarihi 16.04.1968 ve toplam gün sayısı 6.600. Çalışmış olduğu iş yerinden  yaş sınırı beklemeden kıdem tazminatı alabilir mi? Beni bu konuda  bilgilendirirseniz sevinirim. Eyüphan ÜNVER/Muhasebe Müdürü

Sayın Ünver, yaş  şartını bekleyenlere hangi durumlarda kıdem tazminatı ödenmesi gerektiği  yukarıdaki okuyucumuza verilen cevapta ayrıntılı olarak açıklanmış olup,  eşinizin mevcut durumda bu haktan yararlanması mümkün  bulunmamaktadır.
 
 

- Kısaca Kıdem Tazminatı

2003 yılında tamamen  değiştirilmesine karşın İş Kanunu kıdem tazminatı konusunda yeni bir düzenleme  getirmemiştir. Kıdem tazminatı uygulaması halen 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14.  maddesi çerçevesinde uygulanmaya devam etmektedir.

Kanuni düzenlemelere göre  aşağıda sıralanan durumlarda çalışan kıdem tazminatı alma hakkına sahip  olmaktadır:

- İşveren tarafından “ahlâk ve iyi niyet kurallarına uymayan  haller ve benzerleri” sebepler dışında çalışanın işine son verilmesi,

-  Çalışan tarafından sağlık sebepleri, ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan  haller ve benzerleri, zorlayıcı sebepler nedeniyle işten ayrılması,

-  Çalışanın muvazzaf askerlik hizmeti nedeniyle işten ayrılması,

- Çalışanın  emekli olması,

- Çalışanın yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen  sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi isteği ile  işten ayrılması veya sözleşmesinin feshi,

- Bayan çalışanın evlendiği  tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi,

-  Çalışanın ölümü sebebiyle son bulması

hallerinde çalışanlar kıdem tazminatı  almaya hak kazanmaktadırlar.

Kendi isteğiyle işten ayrılan işçi kıdem  tazminatına hak kazanamaz. Zira Kanun’da kıdem tazminatı alma şartları  belirtilmiştir. İşçinin istifası hali kıdem tazminatını hakkını iptal  etmektedir.
     

Cep telefonu hat satış faturalarının nasıl düzneleneceği

Cep telefonu hat satış faturalarının nasıl  düzneleneceği

T.C.

İSTANBUL VALİLİĞİ

Defterdarlık Katma Değer Vergisi  Gelir Müdürlüğü
 
 

TARİH: 23/05/2005

SAYI :  KDV.MUK.B.07.4.DEF.0.34.18.374  2

KONU : Cep telefonu hat satış  faturalarının

ne şekilde  düzenleneceği
 
 

……………………………..
 
 

………. Şti. tarafından ………  verilen ………tarihli örneği ekli dilekçenin ……… ilgilendiren kısımları aşağıda  açıklanmıştır.
 

3065 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 1/1.  maddesinde; ticarî, sınaî, ziraî faaliyet ve serbest meslek faaliyeti  çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin KDV’ne tabi olduğu, 3/a maddesinde;  vergiye tabi malların her ne suretle olursa olsun, vergiye tabi işlemler  dışındaki amaçlarla işletmeden çekilmesi, vergiye tabi malların işletme  personeline ücret, prim, ikramiye, hediye, teberru gibi namlarla verilmesinin  teslim hükmünde olduğu, 10/a maddesinde mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde  vergiyi doğuran olayın malın teslimi veya hizmetin yapılması anında meydana  geldiği, 20. maddesinde; teslim ve hizmet işlemlerinde matrahın, bu işlemlerin  karşılığını teşkil eden bedel olduğu, bedel deyiminin, malı teslim alan veya  kendisine hizmet yapılan veyahut bunlar adına hareket edenlerden bu işlemler  karşılığında her ne suretle olursa olsun alınan veya bunlarca borçlanılan para,  mal ve diğer suretlerde sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaat, hizmet  ve değerler toplamını ifade ettiği, 23/f maddesinde Maliye Bakanlığı’nın işin  mahiyetini gözönünde tutarak özel matrah şekilleri tespit etmeye yetkili olduğu,  24/b maddesi uyarınca vergi,resim,harç , pay, fon karşılığı gibi unsurlar KDV  matrahına dahil olduğu hükme bağlanmıştır.
 

Aynı Kanunun 34/2. maddesinde;  “Katma değer vergisinin fatura ve benzeri vesikalarda ayrıca gösterilmesine  gerek görülmeyen işlemlerde vergi indiriminin nasıl belgelendirilebileceği  Maliye Bakanlığı’nca tespit olunur.”denilmektedir.
 

1 Seri No.lu Katma  Değer Vergisi Tebliği’nin VIII/F bölümünde, katma değer vergisinin fatura  ve benzeri vesikalarda gösterilmesine gerek görülmeyen işlemler ile tekel’e tabi  maddelerin tesliminde bu mal ve hizmetleri teslim alanlar tarafından, tarife  veya bilet veyahut benzeri vesikalarda gösterilen bedel üzerinden iç yüzde oranı  uygulanmak suretiyle katma değer vergisi hesaplanacak ve yaptıkları vergiye tabi  işlemleri üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden indireceklerdir. Şeklinde  açıklama yapılmıştır.
 

50 Seri No.lu KDV Tebliği’nin “Promosyon  Ürünleri” başlıklı A-1 bölümünde;
 

“Ticari hayatta, ticareti yapılan  mallara olan talebin artırılması amacıyla, bir takım pazarlama teknikleri  geliştirilmekte, satışı yapılan malın yanında başka bir malın ayrıca bir bedel  alınmaksızın verilmesi de sıkça karşılaşılan bir pazarlama tekniği olarak ortaya  çıkmaktadır. Bir malın tasarruf hakkının malik veya adına hareket edenlerce,  alıcıya veya adına hareket edenlere devri olarak tanımlanan teslim hükümleri  çerçevesinde ticari bir işletmenin yaptığı bedelsiz teslimler de katma değer  vergisine konu olmaktadır.
 

Ancak, firmaların iktisadi faaliyetini  genişletme, emsal işletmelerle rekabet edebilme, üretim veya satışını yaptıkları  mallara olan talebi koruma veya artırma amacıyla bir malın yanında başka bir mal  verilmesi şeklinde gerçekleşen işlemlerde, promosyon ürünü açısından bir  bedelsiz teslim söz konusu olmamaktadır. Zira, firmanın genişleyen faaliyetiyle  bağlantılı olarak işletmede yaratılan katma değer artmaktadır. Nitekim piyasadan  satın alınan veya ithal edilen malların promosyon ürünü olarak müşterilere  verilmesi, mükellefler açısından pazarlama gideri niteliğini taşımakta ve bu  malların alış bedelleri Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı maddesinin 1 numaralı  bendine göre gider olarak kaydedilebilmektedir.

Dolayısıyla, firmanın  yarattığı katma değer içerisinde vergilenen promosyon mallarının müşterilere  verilmesi sırasında katma değer vergisi hesaplanmasına gerek bulunmamakta ve bu  ürünler için yüklenilen katma değer vergisinin ise prensip olarak indirim konusu  yapılması gerekmektedir.”denilmektedir.

Konu ile ilgili olarak yayımlanan 85  Seri No.lu Katma Değer Vergisi Tebliği’nin;
 

C- Özel Matrah Şekli  Uygulaması bölümünde; “Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 23 ncü maddesinin (f)  bendi hükmünün Maliye Bakanlığı’na verdiği yetkiye dayanarak, GSM operatör  şirketleri tarafından sunulan cep telefonu konuşma hizmetlerinden faydalanmak  üzere çıkarılan ön ödemeli hazır kartlarda dahil olmak üzere bütün telefon kartı  ve jeton satışlarının özel matrah şekline göre vergilendirilmesi uygun  görülmüştür.
 

Buna göre, perakendeci bayiler tarafından yapılan telefon  kartı ve jeton satışlarına ait katma değer vergisinin bayii kârına isabet eden  katma değer vergisini de ihtiva edecek şekilde perakendeci bayiilere telefon  kartı ve jeton teslimi yapan kuruluşlar tarafından beyan edilmesi  gerekmektedir.
 

Bu durumda bayiiler belirtilen kapsamdaki telefon kartı ve  jeton satışları için ayrıca vergi hesaplamayacaklardır.
 

Öte yandan,  telefon kartı ve jeton satışları dahil bütün işlemleri özel matrah şekline göre  vergilendirilenlerin katma değer vergisi mükellefiyeti tesis ettirmelerine gerek  bulunmamaktadır.
 

D- Özel İletişim Vergisi Uygulaması bölümünde  ise;
 

4481 sayılı Kanun’un, 4605 sayılı Kanun’la değişik 8 nci maddesinde  özel iletişim vergisinin mükellefinin cep telefonu işletmecileri olduğu, bu  verginin katma değer vergisi matrahına dahil edilmeyeceği hükme  bağlanmıştır.
 

Bu hüküm uyarınca cep telefonu işletmecileri tarafından  verilen (ön ödemeli kart satışları dahil) tesis, devir, nakil ve haberleşme  hizmetlerine ilişkin olarak özel iletişim vergisi mükellefi olan cep telefonu  işletmecilerinin düzenleyeceği faturalarda hesaplanan özel iletişim vergisi  katma değer vergisi matrahına dahil edilmeyecektir.
 

Ancak, cep telefonu  işletmecilerinin verdiği haberleşme hizmetlerinde kullanılan kartların satışını  yapanların, özel iletişim vergisi mükellefi olmamaları nedeniyle cep telefonu  işletmecilerinin hesapladığı özel iletişim vergisini katma değer vergisi  matrahından indirmeleri söz konusu değildir.” denilmektedir.
 

31.07.2004  tarih, 25539 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5228 sayılı Bazı Kanunlarda ve  178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 38.  maddesi ile 13.07.1956 tarihli ve 6802 sayılı Gider Vergileri Kanunu’nun 39’ncu  maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
 

“406 sayılı Telgraf ve  Telefon Kanunu uyarınca Telekomünikasyon Kurumuyla görev veya imtiyaz sözleşmesi  imzalamak veya bu Kurumdan ruhsat veya izin almak suretiyle  telekomünikasyon alt yapısı kurup işleten veya telekomünikasyon hizmeti sunan  işletmecilerin;
 

a) Her nevi mobil telekomünikasyon işletmeciliği  kapsamındaki (ön ödemeli kart satışları dahil) tesis, devir, nakil ve haberleşme  hizmetleri %25,
 

b) Radyo ve televizyon yayınlarının uydu platformu ve  kablo ortamından iletilmesine ilişkin hizmetleri %15,
 

c) (a) ve (b)  bentleri kapsamına girmeyen diğer telekomünikasyon hizmetleri  %15,
 

oranında özel iletişim vergisine tabidir.
     

Borç Beyannamesi

BORÇ BEYANNAMESİ
 
 
 

…………….. Ticaret Sicili  Memurluğu’nun…………………... sicil numarasında kayıtlı……………………………………………………………  …(Devir  olunan şirket) Türk Ticaret Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince tüm aktif ve  pasifi ile devir olunmak suretiyle İstanbul Ticaret Sicili Memurluğu’nun  ……………….sicil numarası ile kayıtlı…………………………………..……………………  …………..(Devir alan  şirket) ile birleşecektir.
 

Birleşme nedeniyle tasfiyesiz infisah edecek  şirketimizin borçları şirketimizi devir alan …………………………………………………(Devir alan  şirket) tarafından ödenecektir.
 
 

Türk Ticaret Kanunu’nun 149  maddesince ilan olunur.
 
 
 
 

Devir olunan şirket
 

kaşe  imza
     

Ödenmeyen Ssk Primleri

Ödenmeyen Ssk Primleri

SMMM Nusret KURDOĞLU

“TDMS”NDE VADESİ GEÇMİŞ  (ÖDENMEMİŞ)

VERGİ VE SSK PRİM  BORÇLARI,

368 ve 369 HESAPLAR
 

Bilindiği gibi, bilanço dönemi  çalışmaları sırasında karşılaşılan en önemli sorunlardan biri, “360” ve “361”  hesaplarda yer alan ve vadesi geçtiği halde henüz ödenmemiş olan vergi ve SSK  Prim borçlarına ne tür bir işlem yapılması gerektiği sorunudur.
 

Öte  yandan, ülkemizde son on yıllarda değişim gösteren yasa düzenleme teknikleri,  zaman zaman çeşitli tartışmalara yol açabilmektedir. 506 sayılı SSK Yasasının  80. maddesine 3. fıkra olarak eklenen “Kuruma fiilen ödenmeyen prim tutarları,  Gelir ve Kurumlar Vergisi uygulamasında gider yazılamaz.” hükmü de bu tartışma  konularından biridir.
 

Bu çalışmada, dönem içerisinde tahakkuku (ve doğal  olarak gider kaydı) yapılmış, ancak envanter dönemine kadar henüz ödenmemiş olan  primlerle ilgili işlemlerin, Tek Düzen Muhasebe Sistemi (TDMS) çerçevesinde  nasıl yapılması gerektiği üzerinde durulacaktır. Ancak, bu konuya girmeden önce,  konuyla çok yakın bağlantısı olması nedeniyle, 36 Grubundaki “368- VADESİ GEÇMİŞ  ERTELENMİŞ VEYA TAKSİTLENDİRİLMİŞ VERGİ VE DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER” ve “369-  ÖDENECEK DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER” hesapları ile ilgili bir ön çalışma yapma gereği  ortaya çıkmaktadır.
 

I) "368” ve “369" hesapların kullanımı, alt  hesapları:
 

(MSUGT) Muhasebe Sistemi Uygulama Tebliği’nde “368-  VADESİ GEÇMİŞ ERTELENMİŞ VEYA TAKSİTLENDİRİLMİŞ VERGİ VE DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER”  hesabının açıklaması ve işleyişi aşağıdaki gibidir:
 

“Kanuni süresi içinde  ödenmeyen vergi ve yükümlülükler ile erteleme ve taksitlendirme süresi bilanço  tarihinde bir yıldan az olan vergi ve yükümlülükleri  kapsar.
 

İşleyişi:

Vadelerinde ödenmeyen vergi ve diğer yükümlülüklerle  erteleme veya taksitlendirme süresi bir yıldan az olanlar ile vadesi bir yılın  altına düştüğü için "438" no.lu hesaptan bu hesaba aktarılanlar, hesabın  alacağına kaydedilir. Ödenmeleri halinde hesaba borç kaydedilir. Ancak, vadesi  geçmiş vergi ve diğer yükümlülüklerde erteleme veya takside bağlama süresi bir  yılı aşanlar bu hesabın borcu karşılığında "438- Kamuya Olan Ertelenmiş veya  Taksitlendirilmiş Borçlar" Hesabı'na aktarılır.”
 

Aynı Tebliğ’de “369-  ÖDENECEK DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER” hesabı için yapılan açıklama ve istenilen işleyiş  ise, aşağıdaki gibidir:
 

“Özel bölümlerinde tanımlananlar dışında kalan  yükümlülüklerin izlendiği hesaptır.
 

İşleyişi:

Tahakkuk ettirilmesini  gerektiren olaylar ve işlemler ortaya çıktıkça anılan hesaplar alacaklanır,  ödemeler yapıldıkça borçlanır.”

Buna göre ödemelerin vadesinde yapılmaması  halinde, 360 ve 361 hesaplardaki vadesi geçen borçlar aynı gruptaki "368- Vadesi  Geçmiş Ertelenmiş veya Taksitlendirilmiş Vergi ve Diğer Yükümlülükler" hesabına  aktarılmalıdır. Bu işlem, yıl içerisinde yapılmamış olsa bile, yıl sonundaki  envanter çalışmaları sırasında mutlaka yapılmalıdır.

Burada “36 Grubu”  hesaplarının çok önemli bir özelliği ortaya çıkıyor. Bu gruptaki “360” ve “361”  hesaplarla ilgili olarak, (eğer açılıp kullanılmışsa 362-367 hesaplarla da) mali  tablolarda vadesi geçtiği halde ödenmemiş hiçbir borcun yer alması olasılığı  yoktur. Tam Açıklama Kavramı da bu noktada ağırlığını duyurmaktadır. Vadesi  geçmiş ve ödenmemiş borçlar, “360” ve “361” hesaplardan alınıp, en azından mali  tablo aşamasında “368” hesaba mutlaka aktarılmalıdırlar. Bu tutarların mali  tabloda “360 ve 361” hesaplar içerisinde bırakılmış olması, işletmenin bu tür  borçlarını hep zamanında ödediği gibi bir görüntü vererek mali tablo  okuyucusunun aldanmasına neden olacak, bu yolla Tam Açıklama Kavramı ile Sosyal  Sorumluluk Kavramı gözden çıkarılmış olacaktır.
 

Her hangi bir borcun  vadesinin geçip geçmediği ya muavin kayıtlar taranarak görülebilir, ya da alt  hesaplar yardımıyla mizanda görülebilir. Yıl sonunda bilanço çalışmaları  yapılırken zaman sıkıntısı içinde bulunulacağı hepimizce bilinmektedir. Bu zaman  sıkışıklığında bir de muavin kayıtları tarayarak fazladan zaman kaybetmek akılcı  ve verimli bir uygulama olmayacaktır. Oysa yıl içinde günlük kayıtlar yapılırken  ödenmemiş borçları açıkça gösterecek biçimde düzenlenmiş bir alt hesap yapısını  kullanarak işlem yapıldığında, her alınan mizan, vadesi geçen ve "368" hesaba  aktarılması gereken tutarları zaman kaybı olmadan hemen gösterecektir. Alt hesap  yapısının önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Mizan, yol gösterici  olmalıdır.
 

Bunun yanı sıra, bilanço tarihindeki işletmenin bütün  borçlarının bilançoda yer almasını gerektiren bilanço ilkesi gereği, ve dönem  içinde doğan tüm giderlerin doğduğu döneme kaydedilmesini gerektiren  “Dönemsellik İlkesi” gereği, vadesi geçmiş olduğu için "368" hesaba aktarılan  vergi ve sosyal güvenlik borçlarının 31.12. tarihi itibariyle oluşmuş gecikme  zamları da hesaplanıp tahakkuk ettirilerek "369- Ödenecek Diğer Yükümlülükler"  hesabına alacak kaydedilmelidir. Zira bu gecikme zamları da işletmenin oluşmuş  borçlarıdır ve işletme kişiliğinin gideridir. Giderin doğuş zamanı da ödenme  tarihi değil, tahakkuk ettiği tarihtir. Sonuçta, Tam Açıklama ve Dönemsellik  İlkeleri gereği, 31.12 itibariyle oluşan gecikme zammı borcu bilançoda, oluşan  gecikme zammı gideri de o dönemin gelir tablosunda yer almalıdır.
 

Bu  durumda, hangi borca ne kadar gecikme zammı tahakkuk ettirileceğine karar vermek  için bütün borçların vade bilgileri ile elimizde olması gerekir.
 

“368” ve  “369” hesapların alt hesapları da, bu hesaplara aktarılan borçlara göre  düzenlenmelidir.
 

368 VADESİ GEÇMİŞ ERT.TAK.VRG.VE DİĞER YÜKÜM.LER

368  01 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK GEÇİCİ VERGİLER

368 02 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK  MUHTASAR VERGİLER

368 03 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK KDV

368 04 VD.Sİ  GEÇMİŞ/ÖDENECEK GELİR/KURUMLAR VERGİSİ

368 05 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK  FONLAR

368 06 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK SSK PRİMLERİ

368 07 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK SGD  PRİMLERİ

369 ÖDENECEK DİĞER  YÜKÜMLÜLÜKLER

369 01 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK GEÇİCİ VERGİLER GEC.Z.

369 02  VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK MUHT. VERGİLER GEC. Z.

369 03 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK KDV  GEC.ZAMMI

369 04 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖD.GELİR/KURUMLAR VERGİSİ GEC.Z

369 05 VD.Sİ  GEÇMİŞ/ÖDENECEK FONLAR GEC.Z.

369 06 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK SSK PRİMLERİ GEC.Z.

369 07 VD.Sİ GEÇMİŞ/ÖDENECEK  SGD PRİMLERİ GEC.Z.
 

gibi..  Doğallıkla burada da her grubun altına aktarılan borcun ya da tahakkuk ettirilen  gecikme zammına ait ana borcun dönemini gösteren bir alt hesap açılmasında büyük  yarar vardır.
     

Özel Hayatin Gizliliği

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ
 

Madde 21 - Kişinin izin verdiği haller saklı  kalmak üzere, özel hayatın gizliliği kapsamında, açıklanması halinde kişinin  sağlık bilgileri ile özel ve aile hayatına, şeref ve haysiyetine, mesleki ve  ekonomik değerlerine haksız müdahale oluşturacak bilgi veya belgeler, bilgi  edinme hakkı kapsamı dışındadır.
 

Kamu yararının gerektirdiği hallerde,  kişisel bilgi veya belgeler, kurum ve kuruluşlar tarafından, ilgili kişiye en az  yedi gün önceden haber verilerek yazılı rızası alınmak koşuluyla  açıklanabilir.
 

HABERLEŞMENİN GİZLİLİĞİ
 

Madde 22 - Haberleşmenin  gizliliği esasını ihlal edecek bilgi veya belgeler, bu Kanun kapsamı  dışındadır.
 

TİCARİ SIR
 

Madde 23 - Kanunlarda ticari sır olarak  nitelenen bilgi veya belgeler ile, kurum ve kuruluşlar tarafından gerçek veya  tüzel kişilerden gizli kalması kaydıyla sağlanan ticari ve mali bilgiler, bu  Kanun kapsamı dışındadır.
 

FİKİR VE SANAT ESERLERİ
 

Madde 24 - Fikir  ve sanat eserlerine ilişkin olarak yapılacak bilgi edinme başvuruları hakkında  ilgili kanun hükümleri uygulanır.
 

KURUM İÇİ DÜZENLEMELER
 

Madde 25  - Kurum ve kuruluşların, kamuoyunu ilgilendirmeyen ve sadece kendi personeli ile  kurum içi uygulamalarına ilişkin düzenlemeler hakkındaki bilgi veya belgeler,  bilgi edinme hakkının kapsamı dışındadır. Ancak, söz konusu düzenlemeden  etkilenen kurum çalışanlarının bilgi edinme hakları saklıdır.
 

KURUM İÇİ  GÖRÜŞ, BİLGİ NOTU VE TAVSİYELER
 

Madde 26 - Kurum ve kuruluşların  faaliyetlerini yürütmek üzere, elde ettikleri görüş, bilgi notu, teklif ve  tavsiye niteliğindeki bilgi veya belgeler, kurum ve kuruluş tarafından aksi  kararlaştırılmadıkça bilgi edinme hakkı kapsamındadır.
 

Bilimsel,  kültürel, istatistik, teknik, tıbbi, mali, hukuki ve benzeri uzmanlık  alanlarında yasal olarak görüş verme yükümlülüğü bulunan kişi, birim ya da  kurumların görüşleri, kurum ve kuruluşların alacakları kararlara esas teşkil  etmesi kaydıyla bilgi edinme istemlerine açıktır.
     

Tebligat

TEBLİGAT
 

Madde 29 - Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri  yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu  müdürün yerleşim yeri sayılır.
 

YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILAN  HÜKÜMLER
 

Madde 30 - 15/07/1950 tarihli ve 5680 sayılı Basın Kanunu  yürürlükten kaldırılmıştır.
 

Geçici Madde 1 - Bu Kanunun yürürlüğe girdiği  tarihten önce yayımlanmakta olan süreli yayınların sahibi, sorumlu müdürü,  Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde yayınlarının türünü  yönetim yerinin bulunduğu yer Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmek zorundadır. Bu  süre içerisinde bildirim yükümlülüğüne uyulmaması halinde yayın sahibi, sorumlu  müdür, beşyüzmilyon liradan yirmimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla  cezalandırılır. Bu ceza bölgesel süreli yayınlarda ikimilyar liradan, yaygın  süreli yayınlarda beşmilyar liradan az olamaz.
 

Geçici Madde 2 - Bu  Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce kamu kurum ve kuruluşlarınca  yayımlanmakta olan süreli yayınların temsilcisi ve sorumlu müdürleri, Kanunun  yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içerisinde süreli yayının basım ve  yayımını bu Kanunda öngörülen hükümlere uygun hale  getirirler.
 

YÜRÜRLÜK
 

Madde 31 - Bu Kanun yayımı tarihinde  yürürlüğe girer.
 

YÜRÜTME
 

Madde 32 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar  Kurulu yürütür.
     

Yayin İlkeleri

YAYIN İLKELERİ
 

Madde 4 - (Değişik madde: 15/05/2002 - 4756 S.K./2.  md.)
 

Radyo, televizyon ve veri yayınları, hukukun üstünlüğüne, Anayasanın   ilkelerine, temel hak ve özgürlüklere, milli güvenliğe ve ahlaka  uygun olarak kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde yapılır. Yayınların Türkçe  yapılması esastır. Ancak, evrensel kültür ve bilim eserlerinin oluşmasına  katkısı olan yabancı dillerin öğretilmesi veya bu dillerde müzik veya haber  iletilmesi amacıyla da yayın yapılabilir. (Ek hükümler: 03/08/2002 - 4771  S.K./8. md.) (Değişik cümle: 15/07/2003 - 4928 S.K./14. md.) Ayrıca, kamu ve  özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında  geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir.  Bu yayınlar, Cumhuriyetin Anayasada belirtilen temel niteliklerine, Devletin  ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olamaz. Bu yayınların  yapılmasına ve denetimine ilişkin usul ve esaslar, Üst Kurulca çıkarılacak  yönetmelikle düzenlenir.
 

Radyo, televizyon ve veri yayınlarında uyulması  gereken yayın ilkeleri şunlardır:
 

a) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin  varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,  Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı yayın yapılmaması.
 

b) Toplumu  şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din,  mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda  nefret duyguları oluşturan yayınlara imkan verilmemesi.
 

c) Yayıncılığın,  gerek yayın organı, gerekse hisse sahipleri ve üçüncü derece dahil olmak üzere  üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımları veya bir başka gerçek veya tüzel  kişinin haksız çıkarları doğrultusunda kullanılmaması.
 

d) İnsanların dil,  ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri  nedenlerle hiçbir şekilde kınanmaması ve aşağılanmaması.
 

e) Yayınların  toplumun milli ve manevi değerlerine ve Türk aile yapısına aykırı  olmaması.
 

f) (Değişik bend: 03/08/2002 - 4771 S.K./8. md.) Özel hayatın  gizliliğine saygılı olunması.
 

g) Türk milli eğitiminin amaçlarının,  temel ilkelerinin ve milli kültürün geliştirilmesi.
 

h) Türkçe'nin;  özellikleri ve kuralları bozulmadan konuşma dili olarak kullanılması; milli  birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak çağdaş kültür, eğitim ve  bilim dili halinde gelişmesinin sağlanması.
 

ı) Kişilerin manevi  şahsiyetlerine eleştiri sınırları ötesinde saldırıda bulunulmaması, cevap ve  düzeltme haklarına saygılı olunması, soruşturulması basın meslek ilkeleri  çerçevesinde mümkün olan haberlerin soruşturulmaksızın veya doğruluğuna emin  olunmaksızın yayınlanmaması, saklı kalması kaydıyla verilen bilgilerin kamu  yararı ciddi bir biçimde gerektirmedikçe yayınlanmaması.
 

j) Yayıncılığın  haksız bir amaç ve çıkara alet edilmemesi ve haksız rekabete yol açılmaması,  ilan ve reklam niteliğindeki yayınların bu niteliklerinin şüpheye yer  bırakmayacak şekilde açıklanması, bir basın organının özel çabalarla yarattığı  ürünün kendi ürünüymüş gibi sunulmaması, ajanslardan veya başka bir medya  kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesine özen  gösterilmesi.
 

k) Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe hiç  kimsenin suçlu ilan edilmemesi veya suçluymuş gibi gösterilmemesi; kişileri suç  işlemeye yönlendirecek veya korku salacak yayın yapılmaması.
 

l)  Haberlerin yayınlanmasında tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine bağlı  olunması; özgürce kanaat oluşumunun engellenmemesi; haber kaynaklarının  kamuoyunun yanıltılmasının amaçlandığı haller dışında gizliliğinin  korunması.
 

m) Halkı aldatacak, yanıltacak veya haksız rekabete yol açacak  reklam yayınlarına yer verilmemesi.
 

n) Siyasi partiler ve demokratik  gruplar arasında fırsat eşitliği sağlanması; tek yönlü, taraf tutan yayın  yapılmaması; seçim dönemlerinde belirlenen seçim yasaklarıyla ilgili ilkelere  aykırı davranılmaması.
 

o) (Değişik bend:03/03/2004-5101 S.K./5.mad)  Yayınlarda, eser ve bağlantılı hak sahiplerine 5846 sayılı Fikir ve Sanat  Eserleri Kanunu ile tanınan hakların ihlâl edilmemesi.
 

p) Bilgi iletişim  telefonları yoluyla yarışma ve benzeri yöntemlere başvurulmaması ve bunların  sonucunda dinleyici ve seyircilere ikramiye verilmemesi veya ikramiye  verilmesine aracılık edilmemesi, lotarya yapılmaması, bilgi iletişim telefonları  yoluyla yapılacak anket ve kamuoyu yoklamalarının, hazırlık aşamasından  sonuçlarının ilanına kadar noter nezaretinde gerçekleştirilmesi.
 

r)  Televizyonda bölünür ekran yoluyla ana program ile ilgili veya ilgisiz bilgiler  veren konuları işleyen yayınların yapılmaması, çerçeveler veya alt yazı tekniği  kullanılarak sürekli yayın yapılmaması, haberde konu ile ilgili olmayan  görüntülerin verilmemesi, haberle benzerlik arz eden görüntülerin arşiv  niteliğinin belirtilmesi.
 

s) Program hizmetlerinin bütün unsurlarının  insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olması.
 

t) Yayınların  müstehcen olmaması.
 

u) (Değişik bend: 01/07/2005-5378 S.K./37.mad)  Kadınlara, güçsüzlere, özürlülere ve çocuklara karşı şiddetin ve ayrımcılığın  teşvik edilmemesi.
 

v) (Değişik bend: 03/08/2002 - 4771 S.K./8. md.)  Yayınların şiddet kullanımını özendirici veya ırkçı nefret duygularını  kışkırtıcı nitelikte olmaması.
 

y) Suç örgütlerinin korkutucu ve yıldırıcı  özelliklerinin yansıtılmaması.
 

z) Gençlerin ve çocukların fiziksel,  zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyecek türden programların, bunların  seyredebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmaması.
     

Taşinmaz Mülkiyeti

TAŞINMAZ MÜLKİYETİ
 

BİRİNCİ AYIRIM

TAŞINMAZ  MÜLKİYETİNİN

KONUSU, KAZANILMASI VE KAYBI
 
 

A. Taşınmaz mülkiyetinin  konusu
 

Madde 704.- Taşınmaz mülkiyetinin konusu şunlardır:

1.  Arazi,

2. Tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilen bağımsız ve sürekli  haklar,

3. Kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız bölümler.
 

B.  Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması
 

I. Tescil
 

Madde 705.- Taşınmaz  mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.

Miras, mahkeme kararı, cebrî icra,  işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet  tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri  yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına  bağlıdır.
 

II. Kazanma yolları
 

1. Hukukî işlem

Madde 706.-  Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmî  şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlıdır.

Ölüme bağlı tasarruflar ve mal  rejimi sözleşmeleri, kendilerine özgü şekillere tâbidir.
 

2.  İşgal

Madde 707.- Tapu kütüğünde kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetinin işgal  yoluyla kazanılması, ancak kaydının malikinin istemiyle terkin edilmiş olmasına  bağlıdır.

Tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlar üzerinde işgal yoluyla mülkiyet  kazanılamaz.
 

3. Yeni arazi oluşması

Madde 708.- Birikme, dolma, toprak  kayması veya kamuya ait suların yatağında ya da seviyesinde değişme gibi  sebeplerle sahipsiz yerlerde yeniden oluşan yararlanmaya elverişli arazi Devlete  ait olur.

Devlet, bu araziyi kamusal bir sakınca bulunmadığı takdirde  öncelikle arazisi kayba uğrayana veya bitişik arazi malikine  devredebilir.

Toprak parçalarının kendi arazisinden koptuğunu ispat eden  malik, bunları, durumu öğrendiği tarihten başlayarak bir ve her hâlde oluşumun  gerçekleştiği tarihten başlayarak on yıl içinde geri alabilir.
 

4. Arazi  kayması

a. olarak

Madde 709.- Arazi kayması sınır değişikliğini  gerektirmez.

Arazi kayması sebebiyle bir taşınmazdan diğerine geçmiş olan  arazi parçaları ve diğer cisimler hakkında sürüklenen şeylere ve karışmaya  ilişkin hükümler uygulanır.
 

b. Heyelân

Madde 710.- Arazi kaymasının  sınır değişikliğine yol açmayacağı ilkesi, yetkili makamlarca heyelân bölgesi  olduğu belirlenen yörelerde uygulanmaz.

Bu yörelerin belirlenmesi sırasında  yöredeki arazinin yapısı göz önünde tutulur.

Bir taşınmazın böyle bir yörede  bulunduğu, ilgililere uygun biçimde bildirilir ve tapu kütüğünün beyanlar  sütununa yazılır.
 

c. Sınırın yeniden belirlenmesi

Madde 711.- Sınır,  arazi kayması sebebiyle gerçeği yansıtmıyorsa; ilgili taşınmaz maliki, sınırın  yeniden belirlenmesini isteyebilir.

Fazlalık ve eksiklikler  denkleştirilir.
 

5. Kazandırıcı zamanaşımı

a. Olağan  zamanaşımı

Madde 712.- Geçerli bir hukukî sebep olmaksızın tapu kütüğüne  malik olarak yazılan kişi, taşınmaz üzerindeki zilyetliğini davasız ve aralıksız  olarak on yıl süreyle ve iyiniyetle sürdürürse, onun bu yolla kazanmış olduğu  mülkiyet hakkına itiraz edilemez.
 

b. Olağanüstü zamanaşımı

Madde 713.-  Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi  yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın  tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne  tesciline karar verilmesini isteyebilir.

Aynı koşullar altında, maliki tapu  kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı  verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde  sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya  bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini  isteyebilir.

Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya  varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır.

Davanın  konusu, mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun  araç ve aralıklarla en az üç defa ilân olunur.

Son ilândan başlayarak üç ay  içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden  bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa,  hâkim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların  gerçekleştiği anda kazanılmış olur.

Davalılar ve itiraz edenler, aynı davada  kendi adlarına tescile karar verilmesini isteyebilirler.

Kararda, tescili  istenilen taşınmazın niteliği, yeri, sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve  karara, uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisi de  eklenir.

Özel kanun hükümleri saklıdır.
 

c. Sürelerin hesabı

Madde  714.- Kazandırıcı zamanaşımı sürelerinin hesaplanmasında, kesilmesinde ve  durmasında, Borçlar Kanununun zamanaşımına ilişkin hükümleri kıyas yoluyla  uygulanır.
 

6. Sahipsiz yerler ve yararı kamuya ait mallar

Madde 715.-  Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu  altındadır.

Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar,  tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan  çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete  konu olamaz.

Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması,  bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine  tâbidir.
 

III. Tescili isteme hakkı
 

Madde 716.- Mülkiyetin  kazanılmasına esas olacak bir hukukî sebebe dayanarak malikten mülkiyetin kendi  adına tescilini istemek hususunda kişisel hakka sahip olan kimse, malikin  kaçınması hâlinde hâkimden, mülkiyetin hükmen geçirilmesini isteyebilir.

Bir  taşınmazın mülkiyetini işgal, miras, kamulaştırma, cebrî icra veya mahkeme  kararına dayanarak kazanan kişi tescili doğrudan doğruya yaptırabilir.

Bir  taşınmazın mülkiyetinde eşler arasındaki mal rejimi dolayısıyla meydana gelen  değişiklikler, eşlerden birinin istemiyle tapu kütüğüne doğrudan tescil  olunur.
 

C. Taşınmaz mülkiyetinin kaybı
 

Madde 717.- Taşınmaz  mülkiyeti, terkin veya taşınmazın tamamen yok olmasıyla sona  erer.

Kamulaştırma hâlinde mülkiyetin ne zaman sona ereceği özel kanunla  belirlenir.
     

Mülkiyet Hakkı

Mülkiyet Bir menkul veya gayrimenkul mal üzerinde tasarruf etme, kullanma ve  faydalanma hakkı. Malik olmaklık, sahip olma hakkı.
 

Mülkiyet hakkı,  insanların en tabii haklarından biridir. Tarihteki pekçok millet ve devlet, bu  hak üstüne çeşitli uygulamalar içinde olmuşlardır. Bu hak, birçok felsefe ile  siyasi rejimlerin de belli başlı konularından olmuştur. Kapitalist sistemler  fertlere mülkiyet hakkı tanımakla beraber, mülk edinilen şeyin kazanılmasında  kafi ölçü ve müeyyidelerden mahrumdur. Bu bakımdan bu hak, kapital bakımından  güçlü olanlar tarafından alabildiğine kullanılmakla beraber, fakir olanların bu  hakkı kullanabilecekleri az şeyleri vardır. Komünizm ise, fertlere özel mülkiyet  hakkı tanımaz. Her şeyin devletin olduğunu belirtir. Ancak mevcut varlığın  kullanılmasında yalnız komünist partisi mensupları söz sahibidir. Uygulamada  halkın bu konudaki mahrumiyeti, kapitalist idarelerden çok fenadır. Liberal  ülkelerde, mülkiyet hakkı sosyal adalet esaslarına daha yakın hükümlerle temin  edilmeye çalışılmıştır. İslamiyet; mülk ve mülkiyet hakkında açık ve kesin  hükümler koymuştur. Buna göre “mülk”, hakikatte yalnız Allahü tealanındır.  Fertler, cemiyetler ve sosyal müesseseler, bu mülkü Allah rızasına uygun  kullanmakla mükellef olan birer emanetçi gibidirler. İslamiyetin hükümleri,  Allah'ın rızasını gösterir. Fertler, cemiyetler ve sosyal müesseseler,  mülklerini bu hükümlere uygun şekilde edinmeye mecbur ve mülkiyet haklarını da  bu hükümlere ters düşmemek şartıyla diledikleri gibi kullanmakta serbesttirler.  Tarihteki İslam devletlerinde, tatbik edilen bu mülkiyet hakkı esasları,  Müslüman ve gayrimüslim tebeanın rahat ve huzur içinde, mülk ve haklarından  mutlak bir emniyet duyarak yaşamalarını sağlamıştır.
 

Hukuki bakımdan  mülkiyet, kanun veya diğer düzenleyici hukuk kaideleriyle sınırlanmış olarak,  bir mal üstünde en geniş tasarruf imkanı sağlayan aynı haktır. Bir malın  mülkiyetine sahip olan, onu dilediği gibi kullanabilir. Malik olan, malını  satabilir, bağışlayabilir, dilediği sürece dilediği gibi kullanabilir, maldan  veya gelirinden istediği şekilde faydalanabilir. 1982 Anayasası'nın 35'inci  maddesinde; herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, bu hakların  ancak, kamu yararı gayesiyle kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının  kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hususları hükme bağlanmıştır.  Böylece mülkiyet hakkı, Anayasa'da teminat altına alınmıştır.
 

Mülkiyetin  konusu, menkul yani taşınır ve gayrimenkul yani taşınmaz maddi mallardır. Alacak  hakları ve fikri haklar üzerinde mülkiyet söz konusu  değildir.
 

Gayrimenkul mülkiyeti; gayrimenkuller üstündeki mülkiyet  hakkıdır. Arazi, tapu siciline müstakil ve daimi olmak üzere kaydedilen haklar,  bazı sınırlayıcı hükümlerle madenler, müstakil bir bina veya bir binanın kat,  daire, iş ofisi, dükkan, mağaza, depo gibi müstakil bölümleri üzerinde mülkiyet  hakkı kurulabilir.
 

Menkul mülkiyeti; menkul mallar üstündeki mülkiyet  hakkıdır. Bir yerden bir yere nakledilebilen eşya (mobilya, elbise, buzdolabı...  gibi) otomobil, şehir şebekesiyle evlere verilebilen elektrik enerjisi vb.  menkul mülkiyetine konu olabilir. Mülkiyet hakkı, o şeyle alakalı parçalar, yani  mütemmim (tamamlayıcı) cüzlerini, tabii ürünlerini ve teferruatını da ihtiva  eder. Mahalli örf ve adetlere göre, bir şeyin asli unsurunu teşkil eden ve o şey  tahrip, tağyir veya telef olmadıkça ondan ayrılması mümkün olmayan cüzler, o  şeyin tamamlayıcı cüzüdür. Mesela, bir tarlanın ürünü, bir hayvanın sütü, bir  evin kapı ve penceresi gibi.
 

Mülkiyetin sağladığı yetkiler: Kullanma  yetkisi; malik, kanun sınırları içinde kalmak şartıyla mülkiyetinde olan şeyi  dilediği şekilde kullanabilir. Mesela, bir binaya sahip olan kimse, bu binada  kendisi veya akrabalarıyla birlikte oturabilir, kiraya verebilir, boş  bırakabilir.
 

Tasarruf yetkisi; malike, mülkiyete konu olan şeyin  geleceğini tayin etme hakkını verir. Mesela, malik, malını bağışlayabilir,  satabilir, trampa veya vasiyet edebilir.
 

Faydalanma yetkisi; malik,  mülkiyete konu olan şeyden dilediği gibi faydalanabilir. Mesela, malik,  tarlasına istediği mahsulü ekebilir, parasını borç verebilir, harcayabilir veya  bir şirketin hisse senedini satın alarak ortak olabilir.
 

Mülkiyetin  sahibine yüklediği sorumluluk ve kısıtlamalar: İyi niyette kaidelerine uygun  kullanma; malik, mülkiyet hakkını iyi niyet kaidelerine uygun olarak kullanmaya  mecburdur. Mülkiyet hakkının başkasına zarar vermek maksadıyla kullanılmasını,  kanun himaye etmez. Mesela kanun, mülk sahibinin, komşularının deniz manzarasını  kapatacak şekilde, bahçe duvarlarını 8-10 m yükseklikte inşa etmesini, mahalle  arasında bir marangoz atölyesinin, aşırı gürültü çıkartarak mahalle sakinlerini  rahatsız etmesini korumaz. Çünkü bu fiiller mülkiyet hakkının kötüye  kullanılması sayılmaktadır.
 

Kanun dairesinde kullanma; malik, mülkiyet  hakkını kanunlara uygun olarak kullanmakla mükelleftir. Mesela, mülkiyete konu  olan şeyi kullanırken, kamu yararı için düzenlenmiş imar, istimlak ve belediye  mevzuatına; yeraltı madenlerini işletmek için maden ve petrol mevzuatına,  iktisab ettiği kazançları kullanırken vergi kanunlarına uymak  zorundadır.
 

Mülkiyetin iktisabı iki şekilde olur:
 

Aslen iktisab:  Sahipsiz veya sahibi belli olmayan bir malın iktisabıdır. Gayrimenkullerin aslen  iktisabı; sahipsiz araziyi işgal, sahipsiz yerlerde yeni arazi teşekkülü,  müruruzaman (zaman aşımı) ile iktisab, lükata (sokakta bulunup alınan mal),  sahipsiz malı ihraz, define bulma, hukuki tağyir veya iki malın karışması ve  birleşmesi suretiyle olabilir.
 

Devren iktisab: Sahipli bir malın,  sahibinin rızası yani satış, vasiyet, bağış, mahkeme ilamı ile el  değiştirmesidir. Bir gayrimenkulün devir işleminin resmi şekilde ve resmi  merciler huzurunda yapılması, tapu siciline tescili mecburidir. Yeni malik, tapu  tescil işlemleri tamamlanmadıkça, o mal üzerinde devredici tasarruflarda  bulunamaz..
 

Menkul malların devren iktisabı, resmi bir şekle tabi  değildir. Taraflar, yazılı veya sözlü olarak devir yapabilirler. Devir işlemi,  devir konusu malın, yeni alıcıya teslimiyle kesinleşir.
 

Gayrimenkul  mülkiyeti, arazinin yararlı olacak derecedeki altını ve üstünü de ihtiva eder.  Yatay sınırları ise, planda ve yeryüzünde gösterilen işaretlerle tespit  edilir.
 

Mülkiyetin Çeşitleri
 

Münferid (ferdi) mülkiyet: Bir  kimsenin, mülkiyetin konusu, taşınır veya taşınmaz malın bütünü üzerinde tek  başına tesis ettiği mülkiyet hakkıdır. Malik, mülkiyetin kendisine sağladığı  bütün yetkileri yalnız başına kullanabilir.
 

Müşterek mülkiyet: Birden çok  kimsenin, bir malın tamamı üzerinde, belli miktarda, fakat fiilen taksim  edilmemiş hisselere sahip bulunduğu, birlikte mülkiyet şeklidir. Bir malın,  birden fazla kişi tarafından satın alınması veya bir malın birçok kimseye  bağışlanması suretiyle müşterek mülkiyet doğar. Ölenin varislere bıraktığı mal  üzerinde de, terekenin taksiminden önce mirasçıların müşterek mülkiyet hakkı  vardır.
 

İştirak halinde mülkiyet: Kanuni olarak veya bir akit sebebiyle  birden çok kimse arasında ortaya çıkan ortak mülkiyet şeklidir. adi şirket ve  eşler arasındaki mal ortaklığı, iştirak halinde mülkiyete Örnek gösterilebilir.  Bir malik, kendi hissesi üzerinde tasarrufta bulunamadığı gibi, ortak malın  tamamı üzerinde de yalnız başına tasarrufta bulunamaz. Mal üzerindeki  tasarruflar, ancak, ortakların oybirliği ile mümkün olabilir.
 

Mülkiyetin  korunması: Malik, mülkiyet konusu mala el koyan herhangi bir kimseye karşı  istihkak ve tecavüzü men (men-i müdahale) davalarını açmak hakkına  sahiptir.
 

İstihkak davası: Malikin elinden rızası dışında çıkan malın,  tekrar malikin eline geçmesini sağlayan davadır. İstihkak davası, zaman aşımına  uğramaz. Tecavüzün men'i davası; mülkiyete konu olan şeye yapılan tecavüzün  ortadan kaldırılmasını sağlar. Mesela, tarlasındaki mahsulünü zamanı gelince  toplamak istiyen bir çiftçiye mani olunması halinde, çiftçi, tecavüzün men'i  davasını açabilir. Malikin, uğradığı zararı tazmin ettirmek, mülki makamlardan  tecavüzün def'ini istemek hakkı mahfuzdur.
     

Tapuda İsim Tashihi Davaları

TAPUDA İSİM TASHİHİ DAVALARI
 

DAVACI:Taşınmaz Maliki yada  Mirasçıları(Zorunlu dava arkadaşlığı),Müşterek Mülkiyette ise sadece tashihini  istediği paydaş,-ölü ise-tüm mirasçıları,diğer paydaşların birlikte dava açma  zorunluluğu yoktur. Paydaşlardan birisi de hukuki yararı olduğu için diğer  paydaşın isminin düzeltilmesini isteyebilir.
 

DAVALI: Tapu Sicil Müdürlüğü  ( Hazine vekili var ise Tapu Sicil Müdürlüğüne izafeten Hazine vekiline tebligat  yapılır.)Uygulamada dava dilekçesinde; bazen taşınmazın diğer mirasçıları da  davalı olarak gösterilmektedir.Bu uygulama kesinlikle usulsüzdür.Aşağıda  anlatılacağı üzere iştirak halinde mülkiyet sözkonusu ise birlikte Davacı sıfatı  ile dava açılmalıdır.
 

GÖREV:Taşınmazın değerine göre Asliye yada Sulh  Hukuk Mahkemeleri,eğer taşınmaz Kadastro mahkemesinde davalı ise Kadastro  Mahkemesi,
 

YETKİ :Taşınmazın yada taşınmazlardan herhangi birisinin  bulunduğu yer mahkemeleri.
 

HARÇ:Maktu Harç alınır. Dava, mülkiyete  ilişkin olmadığı için nisbi harç alınmaz.Tapu sicil müdürlüğü harçtan muaf  olduğu için ,davanın kabulüne karar verildiği takdirde talep halinde davacıya  yatırdığı harç iade edilmelidir. H.G.K.
 

VEKALET ÜCRETİ:Eğer Davalı adına  Hazine vekili duruşmalara katıldığı ve "Red Kararı" verildiği takdirde Maktu  Vekalet Ücreti takdir edilir. Davacı vekili lehine ise vekalet ücreti takdir  edilemez.
 

YARGILAMA GİDERİavanın kabulüne karar verilse dahi Tapu Sicil  Müdürlüğü aleyhine yargılama gideri hükmedilemez.
 

ÖRNEK:Tapu Kaydı  Maliki; Ömer oğlu Hasan Kılınç

Değiştirilmesi istenilen ad; Ömer oğlu Hasan  Hüseyin Kılınç(Nüfusta ki adı)
 

GÖZÖNÜNDE BULUNDURULMASI GEREKLİ  HUSUSLAR:

1- Dava konusu olan tüm taşınmazlara ait tapu kayıtları , tespit  tutanakları ,senetsizden tescil edilmemiş ve dayanak kayıtları varise tüm  dayanak tapu kayıtları,eğer "Hükmen Tescil"ile tesciline karar verilmiş ise buna  ilişkin mahkeme kararı,tahsis var ise"Tahsis Kararı",satış yada bağış  v.b.işlemlerde ise"Akit Tablosu" celbedilir.

2-Tespit tutanaklarında adı  bulunan "Tespit Bilirkişileri" yada diğer tutanaklarda (Akit Tablosu gibi)tanık  yada imza sahibi kişiler hayatta ise en az ikisi mutlaka tanık sıfatıyla  dinlenir,eğer ölü iseler nüfus müdürlüğünden ayrı ayrı ölü olduklarına ilişkin  nüfus kayıtları istenir.Eğer hepsi de ölü ise oldukça yaşlı ve tarafsız,davacıyı  ve murisini tanıyan enaz iki tanık dinlenir.

3-Tapu kaydında adı yazılı olan  kişinin (Ömer oğlu Hasan Kılınç)köyde yaşayıp yaşamadığı,yada bu isim ve soy  isimde birisinin var olup-olmadığı nüfus müdürlüğünden sorulur.

4-  Değiştirilmesi istenilen kişinin (Ömer oğlu Hasan Hüseyin Kılınç)'ın nüfus kaydı  ve ayrıca aynı köy yada belde de aynı ad ve soyad da birisi olup-olmadığı, var  ise bunlara ait nüfus kayıtları istenir.

5-Gerekli görülür ise zabıta  araştırması da yapılabilir.

6-Uygulamada keşif yapılmamaktadır,ancak eğer  davacının talebi ve özellikle tashihini istediği ad ,soyad ve baba adının  düzeltilmesi istenmiş ise ve mahkemede bu konuda tereddüt oluşmuşsa taşınmaz  üzerinde ayrı ayrı keşif yapılıp,mümkünse tespit bilirkişilerin de keşif  mahallinde dinlenmesi istenebilir.
 
 

*Uygulamada iştirak halinde  mülkiyetin sözkonusu olduğu(taşınmazın ölü olan kayıt maliki adına kayıtlı  olması halinde)davayı açan mirasçı, diğer mirasçıları duruşmada hazır edemediği  yada noter kanalı ile muvafakatlarını alamadığı görülmektedir. Bu durumda  davacıya terekeye mümessil tayin edilmesi için mehil verilmelidir.
 

*  Tapuda ki Cins Düzeltilmesine ilişkin talep (örneğin tarla yazılı kaydın bahçe  olarak düzeltilmesi talebi) Tapu sicil nizamnamesine göre tapu idaresine ait  idari bir görev olduğu için Tapu Sicil Müdürlüğüne başvurulmalıdır.
 

*Sağ  olan paydaşın kaydının tashihini diğer paydaş isteyemez.
 

*İskan kanununa  göre yada Toprak tevzii Komisyonunca yapılan Toprak dağıtımı sonucu verilen  taşınmazlara ait tapu kayıtlarındaki isim yanlışlıklarının düzeltilmesi idari  merciye ait olduğu için bu yanlışlıklar idari yoldan düzeltilmeden tapu kaydının  tashihine karar verilmesi mümkün değildir.
 

* Maddi hatanın düzeltilmesi  Tapu sicil Müdürlüğü tarafından yapılmalıdır.
 

Sevgili Genç hukukçular  ,biliyorsunuz ki Tapuda isim tashihi davalarında, esas itibariyle dava niteliği  itibariyle karışık ve teknik bir dava olmamakla birlikte likle taşınmaz  maliki olan malik yada mirasçıları, taşınmazın özellikle taşrada satış,taksim,  ipotek tesisi ve bağış gibi konularda tapudan intikal yaptırılacağı sırada  yanlışlığın farkına varılmakta ve davacı intikal işlemlerinde engel çıkması ve  devir işlemlerini yapamaması üzerine “Rica-minnet” ve ısrarla yetkili hakimden  “alel-acele” bir iki gün içerisinde yanlışlığın düzeltilmesi talep edilmektedir.  Eğer “vatandaşın işi görülsün” ve “benim de iş yüzdem artsın” diyor iseniz ben  bu davalarda dilekçe önüme geldiğinde hemen kaleme evrakı havale etmiyorum. Ne  yapıyorsun diyor iseniz;

Davacının eline öncelikle aşağıda yazılı olan notu  veriyor ve bu belgeleri tamamlayıp bana tekrar getirmesini istiyorum. Davacı  belgeleri tamamladığında;

1-Nüfustan alınacak bütün belgeler özellikle tespit  bilirkişilerin sağ olup-olmadıkları ,kayıt malikinin nüfus kaydı,

2-Kayıt  maliki dışında aynı ad-soyadında ikinci bir kimsenin olup-olmadığı ve

tapu  kayıtlarında yazılı olan ad ve soyadında birisinin olup olmadığı

3- Veraset  ilamına göre dahili davacılar belirlenmiş oluyor.

Bu durumda eğer taraf  teşkili sorunu yok ise davacıya sadece tespit bilirkişileri sağ ise onlardan  ikisini , ölü iseler tarafsız ve mümkünse yaşlı iki kişiyi duruşma günü hazır  etmek kalıyor ki bu durumda dava uzamadan ve sürüncemede kalmadan ilk duruşmada  karar verilmesi imkanı doğmuş oluyor.
 

TAPUDA İSİM DÜZELTME  DAVALARI

1-Dava konusu olan taşınmazların TAPU KAYITLARI ve TESPİT  TUTANAKLARI Tapu Sicil Müdürlüğünden ayrı ayrı istenecek

2-Kayıt malikinin  nüfus kaydı ile Tespit tutanağında adı olan ve hayatta bulunan en az iki TESPİT  BİLİRKİŞİSİ' nin tanık sıfatıyla dinlenilmesi için duruşma günü hazır edilmesi  sağlanacak,ölü iseler ayrı ayrı nüfus kayıtları celp edilecek (Nüfus  Müdürlüğünden istenecek)

3-Eğer dava konusu olan taşınmazlar ölü olan muris  adına kayıtlı ise murisin VERASET İLAMI istenecek (Sulh Hukuk Mahkemesine dava  açılacak)Mirasçılar davaya dahil edilecek yada tüm mirasçılar birlikte dava  açacak.Yeni medeni yasaya göre mirasçılandan birisi yalnız başına dava  açabilmektedir.
 

HÜKÜM ÖRNEĞİ:

H Ü K Ü M : Davanın KABULÜ ile Ankara  ili Haymana ilçesi ..........köyünde kain bulunan ..... parsel nolu taşınmazlara  ait tapu kayıtlarının malik hanesinde bulunan .......oğlu .............adının  iptali ile ...... oğlu .............olarak düzeltilerek tapuya  tesciline,

Talep halinde peşin alınan harcın davacıya iadesine,

Davanın  mahiyeti icabı yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,

Dair  mahkememizce verilen karar davacılar ile davalı Hazine Vekilinin yüzüne karşı  kanun yolu açık olmak üzere açıkça okunup usulen anlatıldı.
     

Tapu Siciline Güven İlkesi

Menkul mallar üzerindeki aleniyeti zilyetlik sağlarken, gayri  menkuller üzerindeki ayni haklarda bu işlevi tapu sicili görür.
 

Tapu  Siciline Hakim Olan İlkeler:
 

1-Aleniyet: Tapu sicilinde kayıtlı olan ayni  hakkın bilinmediği iddiası hukuk tarafından dikkate alınmaz.
 

2-Tescil:  Gayri menkuller üzerindeki ayni haklar tapu siciline yapılacak tescil işlemi ile  kurulur, değiştirilir, sınırlandırılır yada ortadan kaldırılır.
 

3-Ayrı  Aleniyet İlkesi: Tapu siciline kaydedilen her gayri menkul içinayrı bir sayfa  açılır.
 

4-İlliyet İlişkisi: Tescil işleminin geçerliliği kendisine sebep  teşkil edenhukuki işlemin geçerliliğine bağlıdır.
 

5-Tapu Siciline Güven  İlkesi: Tapu sicili kayıtlarına güvenerek hak iktisap etmiş olan kimseler iyi  niyetli kabul edilerek bu iktisaplarında  korunmuşlardır.
 
 
 
 
 

Mk md. 1023: Tapu kütüğündeki tescile iyi  niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan 3. kişinin bu  kazanımı korunur.
 

Şartları:
 

1_ Yolsuz bir tescile dayanmalıdır.  Mesela C, B'nin temsilcisi gibi görünen bir şahıstan taşınmazı satın alıyor ya  da D, sahte bir veraset ilamı ile babası B'nin malını C'ye satıyor. Bu  durumlarda tapudaki tescil geçersiz bir sebebe dayandığı için yolsuzdur. C'nin  bu durumda iyi niyeti korumaz. Onun güveni tapu kütüğüne değildir.. onun güveni  sahte verasetnameyedir. C malik olmamasına rağmen ona tapu kütüğünün  düzeltilmesi davası açılmazsa onun bu yolsuz tesciline iyiniyetle güvenerek  taşınmazı satın alan D'nin iyi niyeti korunacaktır.
 

2_Ayni bir hak  iktisap edilmiş olmalıdır. Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak bir  şahsi hak kazanılamaz.
 

3_ 3. kişinin iyi niyetli olması gerekir. Bu  iyiniyet Mk md. 2 kapsamında belli bir durumu bilmeme ve bilmesinin de  beklenmemesidir. Bunu hakim re'sen dikkate alır, inceler. Yargıtay, hayatın  olağan akışına göre yüzdeyüz iyi niyetli olması gerekir, diyor. Eğer hayatın  olağan akışına göre şüphelenmesi gereken bir durum varsa biz bu kişiyi  iyiniyetli kabul edemeyiz.
 
 
 

Tapu kütüğünün düzeltilmesi  davası:
 

Ya tescil daha başlangıçta yolsuzdur ya da sonradan yolsuz hale  gelmiştir. Bir tescil her ne şekilde yolsuz olmuş olursa olsun bunu ya bir  akitle ya da bir davayla düzeltmemiz gerekir.
 

Yolsuz tescil beni rahatsız  eder. Neden??
 

Çünkü Mk md.1023'e göre 3. kişiler iyiniyetle hak iktisap  edebilirler. Yine Mk md.712'ye göre 3. kişiler olağan kazandırıcı zamanaşımı ile  iyiniyetle hak iktisap edebilirler. Yine Mk md.713'e göre olağanüstü kazandırıcı  zamanaşımı ile 3. kişiler hak iktisap edebilirler.
 

Eğer dava yoluyla  tescilin düzeltilmesi yoluna gidilecekse Tapu Kaydının Tashihi davası açılır. Bu  dava Mk md. 1025'de düzenlenmiştir.
 

Mk md. 1025: Bir ayni hak yolsuz  olarak tescil edilmiş veya bir tescil yolsuz olarak terkin edilmiş ya da  değiştirilmiş ise, bu yüzden ayni hakkı zedelenen kimse tapu sicilinin  düzeltilmesini dava edebilir.

İyiniyetli üçüncü kişilerin bu tescile  dayanarak kazandıkları ayni haklar ve her türlü tazminat istemi  saklıdır.
 
 

Tapu Sicilinin Tutulmasından Devletin  Sorumluluğu:
 

Mk md. 1007: Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün  zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasından kusuru bulunan  görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin  bulunduğu yer mahkemesinde görülür.
 

Devletin sorumluluğu kusursuz  sorumluluktur. Zarar başka bir şekilde giderilemiyorsa devlet tapu siclinin  tutulması bir hak kaybına neden olmuşsa bundan sorumludur.
 


 
     

Uluslar Arasi Hukukun Kaynakları

DEVLETLER UMUMİ HUKUKU :

Uluslar arası ilişkileri düzenleyen hukuka  Devletler Umumi Hukuku adı verilir.

Zaman içerisinde uluslar arası hukukun  içerisinde sadece devletlerin olmadığı daha başka aktörlerin de var olduğu  anlaşılmaktadır.

Uluslar arası hukuk ; Uluslar arası hukuk kişilerinin  ilişkilerini düzenleyen normları ifade etmektedir. Hukukta kişi kendisine hak ve  yükümlülükler atfedilebilecek varlıklardır. O halde uluslar arası hukukta kişi  ise uluslar arası hukuka göre hak ve yükümlülüklere konu olan  varlıklardır.

Devletler hukukunun devletler özel hukukuyla hiçbir  alakası yoktur. Devletler özel hukuku uluslar arası hukuk kişilerinin (farklı  özel hukuk statüsüne sahip gerçek veya tüzel) ilişkilerini düzenleyen hukuk  dalıdır.

Uluslar arası Hukukun iç hukukla ilişkisi: Uluslar arası hukukun  kaynakları, düzenledikleri ilişkiler yöntemleri birbirinden  farklıdır.
 

ULUSLAR ARASI HUKUKUN KAYNKLARI: İç hukuk örgütlü bir  otoritenin denetiminde işleye hukuktur. Uluslar arası hukukta denetim fonksiyonu  için üstün bir otoritenin varlığından söz edilemez.

İç hukukta mecburi yargı  yolu vardır. Uluslar arası hukukta benzer bir yargı yolu yoktur.

AB hukuku  subrasyonel (milletler üstü) bir hukuku ifade eder. Ama devletler hukuku  internasyonel bir hukuku ifade eder.

AB hukuku birliği oluşturan devletlerin  üzerinde ortaya çıkarmış organlarında bir ürünü olarak belirir. AB hukuku gerçek  kişiler ve tüzel kişilerle ilgili ilişkileri düzenleyen hukuk da ifade  eder.

Uluslar arası Hukuk devlet ve uluslararası örgütler arasında sonuç  doğuran normlardan oluşur.
 
 

Hukuk toplumu oluşturan bireyler  arasındaki ilişkileri düzenleyen normlardır. Uluslar arası toplum üyelerinin  birbirleri ile olan ilişkileri düzenleyen normlardır. İsim farklılaşmansın  uluslar arası toplumun niteliğinde yaşanan değişmelere bağlı olduğunu  söyleyebiliriz. Bundan 100 yıl önce uluslar arası ilişki deyince sadece  devletler ilişki olduğu için Devletler Umumi hukuku adını almıştır. Ancak  günümüzde başka aktörler de vardır.

Uluslar arası toplum kavramı içinde  devletlerin yanı sıra uluslar arası örgütler de vardır.

En anlamda  uluslar arası toplum ilişkilerine etki eden hukuk sistemleri:

1- İç hukuk  sistemleri: herhangi bir devletin dış dünyayla nasıl ilişki kuracağını o  devletin iç hukuku belirler.

2- Milletler üstü Hukuk: ( En somut şekli AB  hukukudur) Subrasyonel bir hukuk anlayışıdır. Söz konusu hukuk sisteminin örgütü  oluşturan üyelerin üzerinde bir urumca da oluşturuyor olması ve uyguluyor olması  milletler üstü hukuk şeklinde tanımlamamamızın temel sebebidir. İç hukuktan  farklıklar içerir zira kuralların oluşması ve uygulanması açısından farklılıklar  gösterir. İç hukukta yargı yürütme hukukunun uygulanmasını yürütürken, AB  hukukunda kuralların uygulanmasını hiyeraşik özelliği olmayan AB adalet divanı  ve diğer kurumlar birlikte yürütür.

3- Uluslar arası Hukuk: Uluslar arası  hukukun ilişkilerini düzenleyen hukuk dalıdır.

Uluslar arası hukukla iç hukuk  arasındaki farklar hem uygulanış hem de konuluş amacı olarak birbirinden  farklıdır.

Uluslar arası Hukukun varlığı da tartışılmaktadır.

Uluslar  arası toplum üyelerinin ilişkilerini yürütürken birtakım kurallara uymaları  uluslar arası bir hukukun varolduğunu söyleyebiliriz. Uluslar arası hukukun  müeyyidesinin hafif olması böyle bir hukukun olmadığı sonucuna bizi  ulaştırmaz.

(Uluslar arası Hukuk – İç hukuk farkları)

1- Ortaya çıkışı  farklıdır: Uluslar arası hukuku ortaya çıkaran yapı eşit-egemen üyelerdir. İç  hukukta ise devlet otoritesinin hiyeraşik yapı içerisinde oluşturulmuş olan  yasama organı iç hukuku oluşturur.

2- Uygulanışı farklıdır: Uluslar arası  hukukta mecburi bir yargı organı söz konusu değildir. Ama iç hukukta böyle bir  yapı vardır.

3- Yargı: İç hukukta olduğu gibi kesin bir yargı yapısı da  yoktur.
 

SUBRASYONE HUKUK – ULUSLAR ARASI HUKUK:

Düzenledikleri  ilişkiler farklıdır. AB hukuku üye devletlerle ilişkileri üye devletlerin  birbiriyle olan ilişkilerini gerçek ve tüzel kişiler ile ilişkileri AB  hukukundan kaynaklanan noktalarda devletlerle olan ilişkileri düzenleyen bir  hukuktur.
     

Devletler Özel Hukuku

DEVLETLER UMUMİ HUKUKU
 

Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyinin 10  üyesi nöbetleşe(sırasıyla) belirlenir. Dünynın değişik yerlerinden bölgesel ve  sosyal araştırmalar yapmak suretiyle aday olan ülkeler BM kurulu  tarafından oylanır.

Şu anda 15 üyeli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 5’i  daimi üyenin hepsi destek vermesi gerekiyor. Güvenlik Konseyi kararlarını 9/15  oyuyla alır. Bu 9 üyenin 5’i mutlaka daimi üye olması gerekir.

ULUSLAR ARASI  HUKUK İLE İÇ HUKUK ARASINDAKİ İLİŞKİ

Uluslar arası Hukuk ve İç hukuk diye bir  olgu var. Yeni yeni AB hukuku diye bir kavram ortaya çıkıyor. Ancak AB hukuku  bir hukuk ayrımı değildir. AB hukukunun kendine özgü bir yapısı var.

Er  uluslar arası örgütün bir tüzüğü kuruluş antlaşması vardır. AB yapısı birçok  uluslar arası örgütten farklıdır.

MONİST DÜŞÜNCE:

Birçok görüş ortaya  atılmıştır. Uluslar arası hukukla , iç hukuk bir hukuk sisteminin birbirini  tamamlayan parçadır.

Bu yaklaşım uygulanan hukuk sistemlerine ciddi bir  biçimde etki etmiştir. Bu yaklaşımın en önemli savunucusu Hans  Kelsen’dir.

Kelsen objektivist görüşü benimser. İç hukuk ve uluslar arası  hukuk birbirini tamamlar. Bir bütünün parçalarıdır.

DÜALİST DÜŞÜNCE

İç  hukuk ile Uluslar arası hukukun birbirinden tamamen farklı olduklarını ifade  eden yaklaşımdır. Belli gerçekleri ön plana çıkarıyor.

Bu farklılıklar  şunlardır:

a-İki hukuk düzeninin düzenledikleri ilişkileri farklıdır. İç  hukuk kişilerle kişiler kişilerle tüzel kişiler ve tüzel kişilerle devlet  arasındaki ilişkileri düzenler. Uluslar arası hukuk devletler arası ilişkileri  ve uluslar arası örgütleri düzenler.

b- İki hukuk sisteminin kaynakları  birbirinden farklıdır. İç hukuk örgütlü üstün kamu otoritesinin nezaretinde  içhukuk normlar hiyeraşisi çerçevesinde kurucu nitelikteki anayasanın öngördüğü  yasama organı tarafından yapılırken uluslar arası hukuk eşit,egemen,uluslar  arası hukuk kişileri tarafından ortaya çıkarılır.

c-Zaman zaman iç hukuk ile  uluslar arası çelişebilir,çatışabilir. Eğer böyle olsaydı monist yaklaşım doğru  olsaydı çelişme olmamalıydı.

Dünyamızda bugün geçerli olan sistem prensip  olarak hiçbir tanımı tam olarak içermiyor.

Bazı durumlarda verilen kararlarda  içhukuk düzeninin uluslar arası hukuku bağlayamayacağı yönünde karar veriyordu.  (Eğer monist sistem olsaydı böyle bir ayrışı olmaması gerekiyordu.

Bazı  durumlarda ise bazı ülkeler uluslar arası huuku iç hukuk sisteminden daha üstün  tutuyor. Demek ki hukuku bir bütün olarak görüyor. (Monist görüşü haklı  çıkarıyor)

Pozitif hukukta düalist görüşten de ,monist görüşten de  etkilenildiğini söyleyebiliriz.

Türk Hukukunda Uluslar arası hukukun yerini  inceleyecek olursak:

Bu konuda anayasanın 90. maddesi bir atıfta  bulunmaktadır
     

Medeni Yargılama Hukuku

Medeni yargılama hukuku (Medeni usul hukuku), özel hukuk alanında ortaya  çı*kan uyuşmazlıkların bir sonuca bağlanmasında mahkemelerin izleyecekleri  yön*temleri (usulleri) belirleyen hukuk kurallarından meydana gelir. Diğer bir  deyişle, medeni yargılama hukuku bir hukuk davası'nın, örneğin bir alacak veya  boşanma davasının nasıl, hangi mahkemede açılacağı, iddiaları ispat etmek üzere  kanıtların (delillerin) nasıl getirileceği, hükmün nasıl, ne şekilde verileceği  ve kesinleşeceği gibi konulan inceleyen ve hükme bağlayan hukuk  dalıdır.

Medeni yargılama hukukumuzun başlıca kaynağını, sonradan birçok  deği*şikliklere uğramış bulunan 1927 tarihli Hukuk Usul-ü Muhakemeleri Kanunu  oluşturur.
 

Adli yargının temelini mahkemeler oluşturur. Mahkemeler hüküm  mahkemesi ve denetim mahkemesi olmak üzere iki türlüdür. Hüküm mahkemesi veya  ilk de*rece mahkemesi dediğimiz mahkemeler, medeni yargılama hukukunda sulh ve  asliye hukuk mahkemelerinden ibarettir. Kural olarak her ilçede bir asliye hukuk  mahkemesi bulunur. İş mahkemeleri ile tapulama mahkemeleri de asliye mahke*mesi  niteliğindedir. Bu mahkemeler tek hakimlidir. Buna karşılık bazı büyük  şe*hirlerdeki ticaret mahkemeleri üç hakimden oluşan bir kurul halinde çalışır.  De*netleme veya kontrol mahkemesi ise, Yargıtay (Temyiz Mahkemesi)dir.

Medeni  yargılama hukuku, çekişmeli yargı (nizalı kaza) ve çekişmesiz yargı (nizasız  kaza) biçiminde bir ayırıma uğrar.

Çekişmeli yargıda, taraflar arasında bir  çekişme (ihtilaf), bir uyuşmazlık vardır ve bu çekişmenin giderilmesi,  uyuşmazlığın bir sonuca bağlanması için mahke*meye başvurulur, yani dava açılır.  Örneğin bir tarla üzerinde iki kimse aynı anda mülkiyet iddiasında bulunur veya  karı koca arasında evlilik birliğini çekilmez ha*le getirecek derecede şiddetli  bir geçimsizlik baş gösterirse, taraflardan biri mah*kemeye başvurarak (dava  açarak) hakkının tanınmasına veya boşanmaya karar verilmesini talep eder.  Mahkemeye başvuran tarafa davacı, diğer tarafa ise dava*lı denir. Dava, yetkili  ve görevli mahkemeye davacının vereceği bir dilekçe (dava dilekçesi) ile  açılır.Davalar, ifa davası, tespit davası ve inşai dava olmak üzere üç  çeşittir.

Çekişmesiz yargıda ise, karşıt menfaatlere sahip iki taraf ve  bunlar arasında bir çekişme, bir uyuşmazlık söz konusu değildir. Çekişmesiz  yargı, mahkemelerin idari faaliyeti andıran işlerini, bireysel menfaatleri  korumak üzere alacağı idari ön*lemleri kapsar. Örneğin bir akıl hastasını  kısıtlayarak kendisine bir vasi atama, bir küçüğün ergin kılınmasına karar  verme, vakıfların mahkeme siciline tescili, evlat edinme de izin ve onay gibi  işler, çekişmesiz yargıya giren işlerdir.
     

Evlat Edinme

Evlat Edinme
 

Evlat edinme, çocuğu bulunmayan kişilerin, aile kurmak ve çocuk sahibi  özlemlerini gerçekleştirmelerine yardım eden ve aynı zamanda bir aile yuvasından  yoksun olan çocukların korunmasını amaçlayan bir kurum olup, Medeni Kanunumuzun  253-258. maddelerinde düzenlenmiştir.
 

Türk Medeni Kanunu evlat edinmeyi,  evlat edinenle evlat edinilen arasında kamu makamlarının öz iznine dayalı bir  sözleşme olarak öngörmüştür. Evlat edinmek isteyen kişi bizzat veya tutacağı bir  avukat aracılığıyla evlat edinilmek istenilen kişinin Türkiye'deki ikametgahının  bulunduğu yerdeki yetkili Sulh Hukuk Mahkemesine M.K.'nun 256. maddesi uyarınca  "evlat edinmeye izin" için başvuruda bulunması gerekir. Yetkili mahkemeden  alınacak "evlatlığa izin" kararı ile noterlikçe resmi senet yapılarak, keyfiyet  doğum kütüğüne ve evlatlık ile evlat edinenin aile kütüğüne bildirilir.  
 

Yurtdışında yetkili yabancı makamlar önünde bir Türk vatandaşının  evlatlık alınmasına ilişkin olarak mahalli usüllere göre yapılan evlat edinme  mukaveleleri evlatlık açısından Medeni Kanundaki asli şartları taşımak ve Türk  Mahkemelerinden izin alınmış olmak kaydıyla Türkiye'de geçerlidir. Bu tür  mukavele noterden Türkçeye tercüme edilmiş olarak mahkeme kararı ile nüfus  idarelerine, yurt dışında temsilciliklere verildiği takdirde, medeni kanundaki  asli şartları taşıması halinde nüfus kütüklerine işlenir. Evlat edinme için  kanun maddi ve şekli bir takım şartlar aramaktadır.
 

Her iki tarafin Türk  olması halinde aşağıda belirtilen hükümler geçerlidir:
 

Türk vatandaşı  bir kadınla evli yabancı erkeğin (tabiyeti veya taşıdığı seyahat belgesinin  cinsinden bağımsız olarak), Avrupa Birliği üyesi ülkeler vatandaşlarının, ABD,  Avusturalya, Avusturya, Finlandiya, İsveç, İsviçre, İzlanda, Japonya, Kanada ve  Norveç vatandaşlarının Türkiye'deki ikamet izinleri, Türk yabancılar mevzuatının   hükümleri çerçevesinde ve uygun görülecek sürelerle, toplam beş (5) yıla  kadar, İçişleri Bakanlığı'nın onayıyla ilgili valiliklerce verilir. Verilecek  ikamet amaçlı vizeleri istizana tabidir.
 
 Evlat Edinmenin Şartları  
 

Evlat Edinmenin Maddi Şartları
 

1) Yaş Şartı: Yasa, evlat  edinilen için bir yaş şartı gerektirmemiş olup, bir kimse yaşı ne olursa olsun  evlat edinebilir. Buna karşın, evlat edinenin en az 35 yaşında olması gerekir.  Ayrıca evlat edinen kişinin evlatlıktan en az 18 yaş büyük olması şarttır.  (M.K.253)
 

2) Evlat Edinenin Sahih Nesepli Furuu (Altsoyu) Bulunmaması  Şartı: Bir kimsenin evlatlık sözleşmesi yapıldığı sırada sahih nesepli çocuğunun  bulunması evlat edinmeye engeldir. Buna karşılık, gayri sahih nesepli furuun  bulunması veya evlatlığının bulunması evlat edinmeyi engellemez.
 

3)  Evlatlığın Menfaati Şartı: Evlat edinmeye hakimin izin verebilmesi için, bunda  evlat edinilecek çocuğun menfaati bulunması lazımdır.
 

4) Önceden Evlat  Edinilmiş Olmama Şartı: Medeni Kanunun 255. maddesi uyarınca, bir kimsenin iki  kişi tarafından evlatlık edinilmesi kural olarak mümkün değildir. Bunun tek  istisnası, bir kimsenin karı koca tarafından birlikte evlat edinilmesidir.  
 

5) Rıza Şartı
 

a) Evlat Edinilenin Rızası : Medeni Kanunun 254.  maddesine göre, "mümeyyiz olan kimse rızası olmadıkça evlatlığa alınamaz. Evlat  edinilen mümeyyiz olmakla birlikte, velayet altında ise, anne ve babasının  rızası aynen gereklidir. Eğer velayet altındaki evlat edinilen temyiz  kudretinden yoksun ise, evlat edinilmesi yalnız velayete sahip ana ve babanın  rızasıyla gerçekleşir. Ana ve babadan yalnız birisi velayet hakkına sahip ise,  onun rızası aranır. Eğer evlat edinilecek kişi vesayet altında ise, vasinin  onayı ve ayrıca M.K.406. maddesi gereğince Sulh Hakiminin ve Asliye Mahkemesinin  izni gerekir.
 

b) Evlat Edinenin Rızası: Evlat edinme şahsa sıkı surette  bağlı bir hak olduğundan, evlat edinmenin temyiz kudretine sahip olması gerekir.  Eğer evlat edinmek isteyen kimse mümeyyiz bir kısıtlı ise, vasinin ve ayrica  Sulh Hakiminin ve Asliye Mahkemesinin izni gereklidir.
 

c) Eşin Rızası:  Evlat edinen veya evlat edinilen veya her ikisi de evliyse, evli olan tarafın  eşinin de rızasının bulunması gereklidir. (M.K.255)
 
 Evlat Edinmenin  Şekli Şartları
 

1) Hakimin İzni: Medeni Kanunun 256. maddesi  uyarınca, evlat edinme, evlat edinen kimsenin ikametgahı, Sulh Hakiminin iznini  gerektirir. Hakim, burada evlat edinme şartlarının mevcut olup olmadığını, evlat  edinmede haklı bir neden ve evlat edinilenin menfaati bulunup bulunmadığını  araştırır.
 

2) Resmi Senet Düzenlenmesi: Evlatlık sözleşmesi, M.K.'nun  256. maddesi uyarınca hakimin izni temin edildikten sonra resmi şekilde noter  tarafından düzenlenmelidir.
 

3) Nüfusa Tescil: Evlatlık sözleşmesinin  tamamlanmasından sonra, meydana gelen evlatlık bağının hem evlat edinenin, hem  de evlatlığın nüfus siciline işlenmesi gerekir.
 
 Evlat Edinmenin  Sonuçları
 

1) Evlenme Yasağı: Evlatlık sözleşmesinin düzenlenmesiyle  meydana gelen evlatlık bağı, kesin olmayan bir evlenme yasağı oluşturur.  (M.K.92/3)
 

2) Miras: Evlatlık ve furuu evlat edinen kimsenin mirascısı  olur. Buna karşılık, evlat edinen ve hısımları evlatlığın mirascısı olamaz.  Evlatlığın asıl ailesindeki mirascılığına da halel gelmez.
 

3) Velayet:  Evlat edinilen küçük ise, kendi öz anne ve babasının velayetinden çıkar, evlat  edinenin velayeti altına girer.
 

4) Nafaka: Evlatlık ve evlat edinen  birbirinden karşılıklı olarak nafaka isteyebilirler.
 

5) Soyadı: M.K.  257/1 maddesi uyarınca, evlatlık, evlat edinenin soyadı taşır.
 

6)  Vatandaşlık: Bir Türk'ün evlatlık edindiği yabancı henüz reşit değilse ve ana  babasının yeri bilinmiyor veya kendileri bulunamıyorsa, yahut evlatlık vatansız  oluyorsa, o takdirde Türk vatandaşı olur. (T.V.K. 3/11)
 

7) Evlatlığın Öz  Ana ve Babasıyla Kişisel İlişkileri: Yargıtay ictihadına göre, evlatlığın öz ana  ve babası, küçük çocuklarıyla kişisel ilişki kurma hakkına sahiptir.  
 
 Evlat Edinmenin Sona Ermesini Gerektiren Nedenler
 

1)  Evlenme: Evlatlık ile evlat edinen veya bunlardan biriyle diğerinin koca veya  karısı, evlenme engeline rağmen, birbirleriyle evlenirlerse, evlenme geçerli  olmakta, fakat evlatlık ilişkisi sona ermektedir.
 

2) Tarafların  Anlaşması ile: Evlatlık ilişkisi, bu hususta hakimden izin alındıktan sonra  resmi bir şekilde yapılacak anlaşma ile ortadan kaldırılabilir.
 

3)  Hakimin Kararı ile
 

a) Evlatlığın İstemi üzerine: Evlatlık, evlat  edinenin çocuğa karşı bir suç işlemesi veya ödevlerini ağır bir şekilde ihlal  etmesi, ahlaka aykırı davranışlarda bulunması gibi haklı nedenlerin varlığı  halinde, hakimden evlatlık sözleşmesinin kaldırılmasını isteyebilir. (M.K. 258)  
 

b) Evlat Edinenin İstemi üzerine: Evlat edinen, evlatlığın mirastan  iskatini gerektirecek nedenlerden birinin varlığı halinde, evlatlık  sözleşmesinin kaldırılmasını hakimden isteyebilir.
 

Eğer evlat edinen  veya evlatlık yabancı ise, bu takdirde 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve  Usul Hukuku hakkında kanun hükümleri devreye girer. Bu kanunun evlat edinmeyi  düzenleyen kurallarını kısaca gözden geçirmek istersek, şunları söylemek  mümkündür.
 

Sözü edilen kanunun yabancı unsurlu evlat edinme ilişkisini  düzenleyen 18.maddesinin 1.fıkrasına göre, evlat edinme ehliyeti ve şartları  hakkında taraflardan her birinin evlat edinme anındaki milli hukuku uygulanır.  Taraflar aynı tabiyette ise, onların müşterek milli hukuku evlat edinme  ilişkisine hakimdir. Tabiiyetleri farklı ise, evlat edinme ehliyeti ve şartları,  taraflardan herbirinin evlat edinme anındaki milli hukuklarına tabi olur.  
 

Evlat edinmede esasa ait şartlar içinde taraflardan her birinin milli  hukukları nazara alınır. Kanunun hükmü bu şartlar bakımdan her iki milli hukukun  birlikte uygulama çağını ifade etmiştir. Bu bakımdan evlat edinme için aranan  şartlar ise çocuğu olmamak, asgari yaş haddi, yaş farkı gibi, evlat edinen için,  isterse evlatlığın rızası, ana ve babanın izni, vesayet makamının muvafakatı  gibi, evlatlık için söz konusu olsun, tarafların milli hukuklarının aradığı  esasa ilişkin kanuni şartların yerine getirilmiş olması gerekir. Örnek olarak;  evlat edinen yabanci, evlatlik Türk vatandaşı ise, Türk hukukunun aradığı kanuni  şartlar yanında, evlat edinenin milli hukukunun evlat edinme için aradığı  şartlar da tahakkuk etmelidir.
 

Evlat edinme işlemlerinde usül  meseleleri, adli ve resmi makamların müdahalesi gibi, kural olarak işlemin  yapıldığı yer hukukuna (Lex Fori) tabi olur.
 

Evlat edinmenin hükümleri,  yani evlatlığın ismi, ikametgahı, evlat edinen ile edinilen arasındaki hisimlik  ilişkisi, evlenme yasağı, velayet durumu, nafaka, evlat edinmenin hükümsüzlüğü  veya sona ermesi gibi konular evlat edinenin milli hukukuna, eşlerin birlikte  evlat edinmesi halinde evlenmenin hükümlerini düzenleyen hukuka tabi olur.  
 
 Evlat Edinmek İsteyen Kişinin İbraz Etmesi Gereken Bilgiler  
 

Vukuatlı nüfus kayıt örneği

Nüfus cüzdanı fotokopisi

Evlilik  cüzdani fotokopisi

Sağlik kurulu raporu

Sabıka kaydı

Oturma izin  belgesi

Gelir durumu belgesi-( maaş, taşınır taşınmaz mallara ait )  

Çiftin birer fotoğrafı

Ülkenin kaç yaş grubuna kadar olan çocuğu kabul  ettiğini gösterir belge
       

Amme Alacaklarının Tecil ve Taksitlendirimesi Tebliği

Maliye Bakanlığından:

TAHSİLAT TEBLİĞİ

SERİ: B

SIRA NO: 4
 

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun1 48 inci maddesinde düzenlenen tecil ve taksitlendirme müessesesinden, zor durumda olan borçluların yararlanarak borçlarını ödemelerine imkan tanımak ve amme alacaklarının bir an önce Hazineye intikalini sağlamak amacıyla anılan maddenin Bakanlığımıza verdiği yetkiye istinaden Bakanlığımıza bağlı vergi dairelerince takip ve tahsil edilen amme alacaklarının talep edilmesi halinde aşağıdaki şartlarla tecil ve taksitlendirmeye tabi tutulması uygun görülmüştür.

I-Alacağın Türü ve Vadesi

Bu Tebliğ kapsamında tecil edilebilecek alacaklar, 1 Eylül 2008 tarihi itibarıyla vadesi geldiği halde bu Tebliğin yayımı tarihine kadar ödenmemiş olan ve Devlete ait olup Bakanlığımıza bağlı vergi dairelerince takip ve tahsil edilen, 2008 yılı gelir ve kazançları için tahakkuk eden geçici vergi ve bu vergi ile birlikte ödenmesi gereken damga vergisi hariç, tüm amme alacaklarıdır.

Bu kapsamda tecil ve taksitlendirmelerden yararlanmak isteyen mükelleflerin bağlı oldukları vergi dairesine olan tüm borçları için yazılı talepte bulunmaları şarttır.

II-Başvuru Süresi ve Şekli

Bu Tebliğ ile şartları belirlenen tecil ve taksitlendirmeden yararlanabilmek için mükelleflerin 28 Kasım 2008 günü mesai saati bitimine kadar bağlı oldukları vergi dairelerine yazılı olarak tecil ve taksitlendirme talebinde bulunmaları gerekmektedir.

Birden fazla vergi dairesinde mükellefiyet kaydı bulunan mükellefler, her bir vergi dairesine olan borçları için ayrı talepte bulunacaklardır.

Bu Tebliğ kapsamındaki başvuruların posta yoluyla yapılması mümkün olup, bu takdirde başvuru dilekçelerinin taahhütlü posta veya APS ile gönderilmesi halinde postaya verildiği tarih, adi posta ile gönderilmesi halinde ise vergi dairesi kayıtlarına intikal ettiği tarih başvuru tarihi olarak dikkate alınacaktır.

III-Taksit Süresi ve Uygulanacak Tecil Faiz Oranı

Bu Tebliğ ile mükelleflere borçlarını ödemede ilk taksit Aralık/2008 ayından başlamak ve eşit taksitler halinde olmak üzere 18 aylık ödeme süresi tanınmıştır. Taksitlendirmede lira kesirleri ilk taksit tutarına ilave edilecektir.

Tecil edilen bu borçlara yıllık % 3 tecil faizi uygulanacaktır.

Tecil kapsamına alınacak borç asıllarına vade tarihlerinden müracaat tarihine kadar (bu tarih hariç) geçen süre için gecikme zammı uygulanacak ve taksitlendirilecek tutara ilave edilecektir.

IV-Diğer Hususlar

1- Bu Tebliğ kapsamında tecil ve taksitlendirmeden yararlanmak üzere başvuruda bulunan mükelleflerin tecil talepleri alacağın tutarına bakılmaksızın vergi daireleri tarafından değerlendirilerek, bu Tebliğde yapılan açıklamalara göre sonuçlandırılacaktır.

2- Bu Tebliğ kapsamında tecil edilen borçlar için mükelleflere; ödenecek taksit tutarlarını, tecil faizi tutarlarını ve taksitlerin vade tarihlerini (vade tarihi olarak her ayın son iş günü belirtilecektir) gösteren yazı tebliğ edilecektir. Ayrıca, tebliğ edilen yazıda tecil edilen borçların tecil şartlarına uygun ödenmemesi halinde, tecil şartlarının ihlal edilmiş olacağı ve amme alacağının cebren takip ve tahsil edileceği hususuna yer verilecektir.

3- Vadesi 1 Eylül 2008 tarihinden önce olup, bu Tebliğin yayımı tarihinden önce;

a) Tecil edilmiş ve tecil şartlarına uygun olarak ödenmekte olan amme alacaklarının, bu Tebliğin yayımı tarihinden sonra ödenmesi gereken taksit tutarlarına, müracaat tarihlerinden bu Tebliğin yayımı tarihine kadar geçerli olan tecil faizi oranları, bu Tebliğin yayımı tarihinden sonra ise bu Tebliğ ile belirlenen taksit süresi boyunca yıllık % 3 oranında tecil faizi hesaplanacaktır.

Bununla birlikte, borçları daha önce tecil edilmiş ve tecil şartlarına uygun olarak ödemekte olan mükelleflerin, bu Tebliğden, verilecek tecil süresi için yararlanmak istemeleri halinde, bağlı oldukları vergi dairesine dilekçe ile başvurularını yapmaları gerekmektedir. Bu durumda kendilerine verilebilecek azami sürenin ilk müracaat tarihinden itibaren 36 ayı geçmemesi gerektiği gibi bu Tebliğde belirtilen 18 aylık taksit süresini de aşmaması gerekmektedir.

b) 6183 sayılı Kanunun 48 inci maddesine göre tecil talebinde bulunan ancak talepleri değerlendirme aşamasında olan mükelleflerden bu Tebliğ hükümlerinden yararlanmak isteyenlerin bu Tebliğde belirlenen sürede yazılı olarak ilgili vergi dairelerine başvurmaları gerekmektedir.

Bu çerçevede başvuruda bulunan mükelleflerin borçları için ilk müracaat tarihinden bu Tebliğin yayımlandığı tarihe kadar geçerli olan tecil faizi oranları, bu Tebliğin yayımı tarihinden sonra da yıllık % 3 oranında tecil faizi oranı uygulanacak ve taksitlendirmelerde ilk müracaat tarihinden itibaren 36 aylık süre ve bu Tebliğde belirtilen 18 aylık süre aşılmayacaktır.

4- Bu Tebliğ kapsamında borçları taksitlendirilen mükelleflere, tecil ve taksitlendirilen borçlarının % 10’unu ödemiş olmaları ve vadesi geçmiş başkaca bir borcunun bulunmaması şartlarıyla vadesi geçmiş borcunun bulunmadığına dair yazı verilecektir.

5- Motorlu taşıtlar vergisinden borcu olan mükelleflerin, bu Tebliğ ile getirilen düzenlemeden yararlanmak üzere her bir taşıt itibarıyla hesaplanacak toplam borç tutarı için başvuruda bulunmaları zorunludur.

Bu Tebliğ kapsamında motorlu taşıtlara ilişkin vergi ve diğer amme alacaklarının da tecili uygun görülmüş olmakla birlikte, bu türden borçları tecil edilmiş mükelleflerin, maliki oldukları taşıta ilişkin satış ya da devir yapabilmeleri için tecil edilen borçlarını defaten ödemeleri gerekmektedir.

6- Bu Tebliğ kapsamında yapılan taksitlendirmelere uygun ödemede bulunulmaması halinde tecil ihlal edilmiş olacaktır. Ancak mükelleflerin taksitlendirme süresi içerisinde tecilin geçerli sayılması yönünde talepte bulunmaları halinde bu talepleri tecili yapan vergi dairelerince değerlendirilerek sonuçlandırılacaktır.

İlgili vergi dairelerince tecilin geçerli sayılabilmesi için taksitlendirme süresi içerisinde en fazla 2 taksitin süresinde ödenmemesi ve tecil ihlaline neden olan taksit tutarlarının hesap edilecek tecil faizi ile birlikte tecilin geçerli sayıldığına ilişkin yazının tebliğ edildiği tarihten itibaren 5 iş günü içinde ödenmesi şartları aranılacaktır.

Tecil ihlaline neden olan taksitin son taksit olması halinde mükelleflerin tecilin geçerli sayılmasına ilişkin taleplerini en geç son taksit ödeme süresini izleyen ayın sonuna kadar yapmaları gerekmekte olup bu tarihten sonra yapılacak başvurular üzerine tecil geçerli sayılmayacaktır.

7- Bu Tebliğde belirtilen sürede yapılmayan başvurular ile vadesi 1 Eylül 2008 tarihinden sonra olan alacaklar için yapılan tecil ve taksitlendirmeler Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinde yer alan esaslar dahilinde değerlendirilecektir.

8- 6183 sayılı Kanunun 48 inci maddesine göre tecil edilen amme alacaklarına ilişkin teminat uygulamasının bu Tebliğ kapsamında yapılan teciller için de geçerli olduğu tabiidir.

9- 213 sayılı Vergi Usul Kanunu2 ile 6183 sayılı Kanunda yer alan sorumluluk düzenlemeleri nedeniyle mirasçılar, kanuni temsilciler ve ortaklar gibi asıl amme borçlusu dışında amme borçlusu sayılan kişiler de bu Tebliğ ile getirilen düzenlemeden sorumlu oldukları tutar için talepte bulunmaları halinde yararlanabileceklerdir.

Adi ortaklıklarda ve kollektif şirketlerde ortaklar ortaklığın ödenmemiş borçlarından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarından, ortaklığın borçları için hisseleri nispetinde Tebliğ hükümlerinden yararlanmaları mümkün bulunmamaktadır. Bununla birlikte, ortaklar ortaklık borçlarının tamamı için Tebliğ ile getirilen düzenlemeden yararlanabileceklerdir.

10- 5736 sayılı Bazı Kamu Alacaklarının Uzlaşma Usulü ile Tahsili Hakkında Kanunun3 1 ve 2 nci maddeleri kapsamında taksitlendirilen amme alacakları söz konusu Kanun çerçevesinde taksitlendirildiğinden bu Tebliğ kapsamına girmemektedir.

Tebliğ olunur.
     

Tahsilat Tebliği (Seri: A) (Sıra No: 2)

Maliye Bakanlığından:

TAHSİLAT TEBLİĞİ

SERİ: A

SIRA NO: 2
 

6/6/2008 tarihli ve mükerrer 26898 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 5766 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla 6183 sayılı Kanunda değişiklikler yapılmış ve Kanuna bazı maddeler eklenmiştir.

Anılan Kanunla 6183 sayılı Kanunda yapılan düzenlemelere ilişkin açıklamalar, Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin ilgili bölümlerine işlenmek üzere aşağıda yapılmış, ayrıca anılan Tebliğin bazı bölümleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

I- Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin Birinci Kısım İkinci Bölümüne V. Alt Bölüm olarak “V. Amme Alacağı Ödenmeden Yapılmayacak İşlemler ile İşlem Yapanların Sorumlulukları” başlıklı aşağıdaki bölüm eklenmiş ve “V. İptal Davaları” başlığı “VI. İptal Davaları” olarak değiştirilmiştir.

“V. Amme Alacağı Ödenmeden Yapılmayacak İşlemler ile İşlem Yapanların Sorumlulukları

1. 6183 sayılı Kanuna 5766 sayılı Kanunun 2 nci maddesi ile eklenen 22/A maddesinde “4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamına giren kurumların bu Kanun kapsamında hak sahiplerine yapacakları ödemeler ile kanun, kararname ve diğer mevzuatla nakdi olarak sağlanan Devlet yardımları, teşvikler ve destekler nedeniyle yapılacak ödemelerde ve 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanununa ekli tarifelerde yer alan ticaret sicil harçlarından kayıt ve tescil harçları, noter harçlarından senet, mukavelename ve kağıtlardan alınan harçlar, tapu ve kadastro harçlarından tapu işlemlerine ilişkin alınan harçlar, gemi ve liman harçları ile diploma harçları hariç olmak üzere (Karizmatik sayılı tarifeye konu harçlar ve trafik harçlarına mevzu işlemler ile 26/5/1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununda yer alan bina inşaat harcı ve yapı kullanma izin harcına mevzu işlemlerde; Maliye Bakanlığına bağlı tahsil dairelerine vadesi geçmiş borcun bulunmadığına ilişkin belge aranılması zorunluluğu getirmeye, bu kapsama girecek amme alacaklarını tür, tutar ve işlemler itibarıyla topluca veya ayrı ayrı tespit etmeye, zorunluluk getirilen işlemlerde hangi hallerde bu zorunluluğun aranılmayacağını ve maddenin uygulamasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir.

Takibata selahiyetli tahsil dairesince, bu madde kapsamında getirilen zorunluluğa rağmen borcun olmadığına dair belgeyi aramaksızın işlem tesis eden kurum ve kuruluşlara iki bin Yeni Türk Lirası idari para cezası verilir. İdari para cezası, ilgilisine tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde ödenir. İdari para cezasına karşı tebliğ tarihini takip eden otuz gün içinde idare mahkemesinde dava açılabilir.” hükmü yer almaktadır.

Madde hükmü;

i) 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamına giren kurumların bu Kanun kapsamında hak sahiplerine yapacakları ödemeler sırasında,

ii) Kanun, kararname ve diğer mevzuatla nakdi olarak sağlanan Devlet yardımları, teşvikler ve destekler nedeniyle yapılacak ödemelerde,

iii) 492 sayılı Harçlar Kanununa ekli;

- (1) sayılı tarifenin “C) Ticaret sicil harçları”ndan sadece “I. Kayıt ve tescil harçları”na,

- (2) sayılı tarifede yer alan Noter Harçlarından “I.1” ve “II.1” de yer alan senet, mukavelename ve kağıtlardan alınan harçlara,

- (4) sayılı tarifede yer alan Tapu ve Kadastro işlemlerinden alınacak harçlardan “I-Tapu işlemleri”ne ilişkin alınan harçlara,

- (7) sayılı tarifede yer alan Gemi ve Liman Harçlarına,

- (Karizmatik sayılı tarifede yer alan İmtiyazname, Ruhsatname ve Diploma Harçlarından “VII-Okul diplomaları”na ilişkin harçlar hariç tarifede düzenlenen diğer tüm harçlara,

- (9) sayılı tarifede yer alan Trafik Harçlarına,

mevzu işlemler sırasında,

iv) 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununda yer alan bina inşaat harcı ve yapı kullanma izin harcına mevzu işlemler sırasında,

Bakanlığımıza bağlı tahsil dairelerine vadesi geçmiş borcun bulunmadığına ilişkin belge aranılması zorunluluğu getirmeye Maliye Bakanlığını yetkili kılmaktadır.

2. Madde hükmünün Bakanlığımıza verdiği yetkiye istinaden;

a) 1/8/2008 tarihinden itibaren uygulanmak üzere,

i)22.01.2002 tarihli ve 24648 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamına giren kurumların bu Kanun kapsamında hak sahiplerine yapacakları ödemeler sırasında,

6/10/2008 tarihinden itibaren uygulanmak üzere,

ii) Kanun, kararname ve diğer mevzuatla nakdi olarak sağlanan Devlet yardımları, teşvikler ve destekler nedeniyle kurumların ilgililere yapacakları ödemeler sırasında,

Hak sahiplerinin ve ilgililerin Bakanlığımıza bağlı tahsil dairelerine vadesi geçmiş borçlarının bulunmadığına ilişkin vadesi geçmiş borç durumunu gösterir belge aranılması zorunluluğu getirilmiştir.

Ancak, eğitim ve öğretime yönelik olarak öğrenim bursu ve öğrenimle ilgili diğer adlarla verilen Devlet yardımları, teşvikler ve destekler nedeniyle yapılacak ödemelerde bu zorunluluk aranılmayacaktır.

3. 6183 sayılı Kanunun 22/A maddesi ile madde kapsamına girecek amme alacaklarını tür, tutar ve işlemler itibarıyla topluca veya ayrı ayrı tespit etmeye, zorunluluk getirilen işlemlerde hangi hallerde bu zorunluluğun aranılmayacağını belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkili kılınmıştır.

Maddenin Bakanlığımıza verdiği yetkiye istinaden “vadesi geçmiş borç” olarak değerlendirilmek üzere madde kapsamına giren amme alacakları;

i) Tür olarak; yıllık gelir, yıllık kurumlar, katma değer, özel tüketim, özel iletişim ve banka ve sigorta muameleleri vergileri, gelir ve kurumlar vergisine ilişkin tevkifatlar ve geçici vergiler ile bu vergi türlerine ait vergi ziyaı cezaları, gecikme zam ve faizleri,

ii) Tutar olarak; kapsama giren amme alacaklarının toplam 1.000,- lirayı aşan tutarı,

şeklinde belirlenmiştir.

Vadesi geçmiş borç durumunu gösterir belge arama zorunluluğu getirilen kurum ve kuruluşlarca yapılacak ödeme/işlemler sırasında, tahsil dairelerinin verdiği bilgiye istinaden kapsama giren alacak türlerinin toplam tutarının 1.000,- lirayı aşmaması halinde, borcun bulunmadığı kabul edilerek gerekli ödeme/işlemler yapılacaktır.

Tahsil dairelerince vadesi geçmiş borç durumunu gösterir belge tanzimi sırasında borçlunun, belirlenmiş alacak türlerinden vadesi geldiği halde ödenmemiş bir borcu bulunup bulunmadığı araştırılacak ve vadesi geçtiği halde ödenmemiş borçlar, tür ve tutarları ile birlikte istenilen belgede gösterilecektir.

Vadesi geçtiği halde ödenmemiş borç bulunmakla birlikte, yargı mercilerince amme alacağının takibinin durdurulmasına karar verilmesi veya takibin kanunen durdurulması gereken diğer hallerde kapsama giren tür ve tutarda borç bulunmasına rağmen vadesi geçmiş borç durumunu gösterir belge “ödeme/işlem yapılmasına muvafakat edildiğini” belirten bir ifadeyle tanzim edilerek borçluya verilecektir.

Tecil edilmiş amme alacakları, tecil şartlarına uygun olarak ödendiği müddetçe vadesi geçmiş borç olarak dikkate alınmayacaktır.

Vadesi geçmiş borç durumunu gösterir belge talep eden borçlulara, yıllık gelir vergisi veya kurumlar vergisi yönünden bağlı bulundukları vergi dairesince, gelir stopaj vergisi ile banka ve sigorta muameleleri vergisi açısından bağlı oldukları diğer vergi daireleri ile varsa kapsama giren vergi türleri açısından daha önce mükellefiyet kaydı bulunan diğer vergi dairelerinden temin edilen bilgiler de dikkate alınarak bu belge verilecektir.

Bu tebliğ ile tür olarak belirlenen amme alacaklarından mükellefiyet kaydı bulunmayanlar herhangi bir vergi dairesinden söz konusu vergilerden mükellefiyet kayıtlarının olmadığına ilişkin belgeyi almaları halinde vadesi geçmiş borç durumunu gösterir belge aranılmaksızın gerekli ödeme/işlem yapılacaktır.

Bu belgeler tanzim edildiği tarihten itibaren 15 gün süre ile geçerli kabul edilecektir.

Gelir İdaresi Başkanlığınca söz konusu belgelerin elektronik ortamda verilmesi ve ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca elektronik ortamda verilen belgenin teyidinin elektronik ortamda yapılabilmesi halinde de aynı esaslar geçerli olacaktır.

4. 6183 sayılı Kanunun 22/A maddesi uyarınca vadesi geçmiş borç durumunu gösterir belge aranılması zorunluluğu getirilen ödeme/işlemler ile ilgili olarak aşağıdaki açıklamaların dikkate alınması gerekmektedir.

4.1. 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamına giren kurumların bu Kanun kapsamında hak sahiplerine yapacakları ödemeler:

a) 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, bazı kamu idarelerinin her türlü kaynaktan karşılanan mal ve hizmet alımları ile yapım işleri ihalelerinde uygulanacak esas ve usulleri düzenleyen kanundur.4734 sayılı Kanun kapsamında olan idareler Kanunun 2 nci maddesinde aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.
 

- bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idareler, il özel idareleri ve belediyeler ile bunlara bağlı; döner sermayeli kuruluşlar, birlikler (meslekî kuruluş şeklinde faaliyet gösterenler ile bunların üst kuruluşları hariç) ve tüzel kişiler.

-Kamu iktisadi kuruluşları ile iktisadi devlet teşekküllerinden oluşan kamu iktisadi teşebbüsleri.

- Sosyal güvenlik kuruluşları, fonlar, özel kanunlarla kurulmuş ve kendilerine kamu görevi verilmiş tüzel kişiliğe sahip kuruluşlar (meslekî kuruluşlar ve vakıf yüksek öğretim kurumları hariç) ile bağımsız bütçeli kuruluşlar.

- Yukarıda belirtilenlerin doğrudan veya dolaylı olarak birlikte ya da ayrı ayrı sermayesinin yarısından fazlasına sahip bulundukları her çeşit kuruluş, müessese, birlik, işletme ve şirketler.

- Yapım ihalelerine münhasır olmak üzere, 4603 sayılı Kanun kapsamındaki bankalar.

b) Kamu İhale Kanunu kapsamında ödeme yapacak olan ve (a) bölümünde belirtilen kurum ve kuruluşlar, hak sahiplerine ödeme yapmadan önce vadesi geçmiş borç durumunu gösterir belge arayacaklar, bu Tebliğ ile belirlenen tutarın üzerinde vadesi geçmiş borç bulunması halinde ödeme yapmayacaklardır. Ancak, borçlunun tahsil dairesine olan borçlarını ödemesi veya sair sebeplerle, ihale nedeniyle kendisine yapılması gereken ödemenin yapılmasını engelleyen durumun kalkması üzerine, yeni alacağı belgeye göre ihaleyi yapan kurum ve kuruluşların gerekli ödemeyi hak sahibine yapabilecekleri tabiidir.

Hak sahiplerine, tahsil dairesince düzenlenen vadesi geçmiş borç durumunu gösterir belgelerde belirtilen borç tutarının üzerinde bir tutarda ödeme yapılması gereken hallerde, borçlunun da talebi alınmak suretiyle borç tutarı kadar kısım ilgili tahsil dairelerine bakiyesi de borçluya ödenebilecektir. Ayrıca, borç tutarının yapılacak ödemeden yüksek veya buna eşit olduğu durumlarda da borçlunun talebi üzerine ödenecek tutar ilgili tahsil dairesine aktarılabilecektir.

Borçlunun talebi üzerine kesinti yapan kurum;

- bütçeli idare ise muhasebe işlem fişinin düzenlendiği tarihte,

- bütçe dışında bir idare ise kesilen tutarın tahsil dairesi hesaplarına yatırıldığı tarihte,

ödeme yapılmış sayılacağından, ödeme tarihine kadar geçen süre için amme alacağına 6183 sayılı Kanunun 51 inci maddesine göre gecikme zammı hesaplanacaktır.

4.2. Kanun, kararname ve diğer mevzuatla nakdi olarak sağlanan Devlet yardımları, teşvikler ve destekler nedeniyle kurumların ilgililere yapacakları ödemeler:

6183 sayılı Kanunun 22/A maddesi uyarınca, kaynağına bakılmaksızın Kanun, kararname ve diğer mevzuatla düzenlenmiş olan ve sadece nakdi olarak ödenen Devlet yardımları, teşvikler ve destekleri ödeyecek olan kurum ve kuruluşlarca bu ödemeler yapılmadan önce ilgililerden vadesi geçmiş borç durumunu gösterir belge aranılacak ve bu Tebliğ ile belirlenen tutarın üzerinde vadesi geçmiş borç bulunması halinde ödeme yapılmayacaktır. Ancak, borçlunun tahsil dairesine olan borçlarını ödemesi veya sair sebeplerle, mevzuat gereğince kendisine yapılması gereken ödemenin yapılmasını engelleyen durumun kalkması üzerine, yeni alacağı belgeye göre ilgili kurum ve kuruluşların gerekli ödemeyi hak sahibine yapabilecekleri tabiidir.

Madde kapsamında zorunluluk getirilen bu tür ödemeleri bankalar aracılığı ile yapan kurumlar, bu tutarları ilgilisine ödenmek üzere bankaya göndermeden önce yukarıdaki belgeyi arayacaklardır.

İlgililere, tahsil dairesince düzenlenen vadesi geçmiş borç durumunu gösterir belgede belirtilen borç tutarının üzerinde ödeme yapılması gereken hallerde, borçlunun da talebi alınmak suretiyle borç tutarı kadar kısım ilgili tahsil dairelerine, bakiyesi de borçluya ödenebilecektir. Ayrıca, borç tutarının yapılacak ödemeden yüksek veya buna eşit olduğu durumlarda da borçlunun talebi üzerine ödenecek tutar ilgili tahsil dairesine aktarılabilecektir.

Borçlunun talebi üzerine kesinti yapan kurum;

- bütçe kapsamında bir kamu idaresi ise muhasebe işlem fişinin düzenlendiği tarihte,

- bütçe kapsamı dışında bir idare ise kesilen tutarın tahsil dairesi hesaplarına yatırıldığı tarihte,

ödeme yapılmış sayılacağından, ödeme tarihine kadar geçen süre için amme alacağına 6183 sayılı Kanunun 51 inci maddesine göre gecikme zammı hesaplanacaktır.

5. Vadesi geçmiş borç durumunu gösterir belgeyi aramadan bu Tebliğ ile zorunluluk getirilen ödeme/işlemleri yapan kurum ve kuruluşlara, borçlunun bağlı bulunduğu takibe selahiyetli tahsil dairesince, iki bin lira idari para cezası tatbik edilecektir. Bu madde hükmüne göre verilen idari para cezasının, ilgilisine tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde ödenmesi gerekmektedir.

İdari para cezasına karşı tebliğ tarihini takip eden otuz gün içinde idare mahkemesinde dava açılması mümkündür.

Bu idari para cezaları hakkında 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanacaktır.”

II - Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin Birinci Kısım İkinci Bölümünde yer alan “VI. Limited Şirketlerin Amme Borçları” başlıklı alt bölümü başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“VII. Limited Şirketlerin Amme Borçları

1. 6183 sayılı Kanunun 4369 sayılı Kanunla değişik 35 inci maddesi 5766 sayılı Kanunla yapılan düzenlemelere göre “Limited şirket ortakları şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.

Ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahıslar devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur.

Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur.” şeklini almıştır.

2. Maddenin birinci fıkrası hükmüne göre, limited şirket ortakları şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu tutulacaklardır.

Limited şirket borçlarından sorumlu olan gerçek veya tüzel kişi ortaklar, 6183 sayılı Kanunun 3 üncü maddesi uyarınca amme borçlusu olup, bu Kanun hükümlerine göre takip edilecektir.

3. 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 503 ve müteakip maddelerinde limited şirketlerin kuruluşu düzenlenmiş, Kanunun 511 inci maddesinde tescil ve ilan edilecek hususlar arasında; ortakların kimliği ve koymayı taahhüt ettikleri sermaye miktarları yer almış, 515 inci maddesinde şirket esas mukavelesinde yapılan her değişikliğin ilk mukavelede olduğu gibi tescil ve ilan edileceği, 519 uncu maddesinde de pay defterinin tutulacağı, bu deftere; ortakların ad ve soyadlarının, pay miktarlarının, vukuu bulan ödemelerin, payların devir ve intikali ve bu hususlarla ilgili değişikliklerin kaydedileceği hükme bağlanmıştır.

Aynı Kanunun 520 nci maddesi hükmüne göre de ortaklık payının devri; tescil ve ilan edilmese de noter tasdikli devir sözleşmesi, ortakların devir işlemine muvafakatı ve devrin pay defterine işlenmesi ile hüküm ifade etmektedir.

Bu hükümlerin birlikte incelenmesinden de görüleceği gibi, limited şirket ortaklarının kimliği ve şirketteki sermaye hisselerine ilişkin bilgiler; şirketin Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edilen ana sözleşmesinde, bu sözleşmede yapılan değişikliklerde, pay devrinin tescil ve ilan edilmemiş olduğu hallerde ise pay defterinde yer almaktadır.

4. 6183 sayılı Kanunun 35 inci maddesi uyarınca limited şirket ortakları hakkında takibe geçilebilmesi için, Kanunun 54 ve müteakip maddelerine göre şirket hakkında yapılan takip muameleleri sonucunda amme alacağının şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilememesi veya tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması gerekmektedir.

5766 sayılı Kanunla 6183 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde yapılan değişiklikle;

-Tahsil edilemeyen amme alacağı terimi; “Amme borçlusunun bu Kanun hükümlerine göre yapılan mal varlığı araştırması sonucunda haczi kabil herhangi bir mal varlığının bulunmaması, haczedilen mal varlığının satılarak paraya çevrilmesine rağmen satış bedelinin amme alacağını karşılamaması gibi nedenlerle tahsil edilemeyen amme alacaklarını,”

-Tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağı terimi; “Amme borçlusunun haczedilen mal varlığına bu Kanun hükümlerine göre biçilen değerlerin amme alacağını karşılayamayacağının veya hakkında iflas kararı verilen amme borçlusundan aranılan amme alacağının iflas masasından tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması gibi nedenlerle tahsil dairelerince yürütülen takip muamelelerinin herhangi bir aşamasında amme borçlusundan tahsil edilemeyeceği ortaya çıkan amme alacaklarını,”

şeklinde tanımlanmıştır.

Bu düzenleme çerçevesinde limited şirket ortaklarının sorumluluğuna başvurulmadan önce alacaklı tahsil dairelerince Kanunun 3 üncü maddesinde yer alan tanımlardaki hususlar dikkate alınmak suretiyle yapılacak işlemlere dayanılarak amme alacağının şirketten tahsil edilememesi veya tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması gerekmektedir.

5. Kanunun 35 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince, ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahıslar devir öncesine ait olan ve devir tarihi itibarıyla ödenmemiş bulunan amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulacaktır.

Buna göre, şirket ortağının payını devretmesi halinde, devreden ve devralan şahıslar, şirketin devir tarihi itibarıyla vadesi geldiği halde ödenmemiş borçlarından, Kanunun 35 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca sermaye hisseleri oranında sorumlu olacaklardır. Ancak bu sorumluluğa başvurulabilmesi için amme alacağının şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilememiş veya tahsil edilemeyeceğinin anlaşılmış olması gerekmektedir.

6. Kanunun 35 inci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulacaktır.

Buna göre, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda farklı kişilerin şirket ortağı olması halinde, söz konusu kişilerin bu amme alacağından müteselsilen sorumlu tutularak, Kanunun 35 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca sermaye hisseleri oranında takip edilmesi gerekmektedir.

7. Kanunun 35 inci maddesinde yapılan değişiklikler ve bu bölümde yapılan açıklamalar çerçevesinde limited şirket ortakları hakkında yapılacak takipte aşağıdaki hususlara dikkat edilecektir.

- Öncelikle şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda şirket ortaklarının kimler olduğu ve bu ortakların sermaye hisseleri; şirket ana sözleşmesi, ana sözleşme değişikliği veya pay defterindeki kayıtlardan tespit edilecektir.

- Her bir ortağın sermaye hissesine göre takip konusu olan amme alacağından sorumlu olduğu tutar belirlenecektir.

- Şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağının ödenmesinden sermaye hissesi oranında sorumlu tutulması gereken ortağın, hissesini devredip devretmediği araştırılacak, hisse devrinin söz konusu olduğu hallerde, devralan şahsın devir tarihi itibarıyla vadesi geldiği halde ödenmemiş şirket borçlarından sorumlu tutulacağı tutar tespit edilecektir.

- Ortaklar hakkında takip muamelesine 6183 sayılı Kanunun 55 inci maddesine göre tanzim edilecek ödeme emrinin tebliği suretiyle başlanılacaktır.

8. 6762 sayılı Kanunun 540 ıncı maddesinde, aksi kararlaştırılmış olmadıkça, ortakların hep birlikte müdür sıfatıyla şirket işlerini idareye ve şirketi temsile mezun ve mecbur oldukları hükme bağlanmıştır. Böyle bir durumda ortaklar hakkında 6183 sayılı Kanun uyarınca yapılacak takip; 35 inci madde hükümlerine göre sermaye hisseleri oranında olmayacaktır. Ortakların hepsi kanuni temsilci sıfatına haiz olacaklarından, haklarındaki takip 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesine göre, amme alacağının tamamından müşterek ve müteselsil sorumluluk esasına göre yürütülecektir.

9. 6183 sayılı Kanunun “Amme alacaklarının korunması” başlıklı ikinci bölümünde yer alan teminat isteme, ihtiyati haciz, ihtiyati tahakkuk ve diğer koruma hükümleri, yeterli şartların varlığı halinde bu tebliğdeki düzenlemeler dikkate alınarak amme borçlusu sayılan ortak hakkında da uygulanacaktır.

10. 6183 sayılı Kanunun 35 inci maddesinde 4369 sayılı Kanunla yapılan değişiklik 29.07.1998 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu itibarla, 29.07.1998 tarihi ve bu tarihten sonraki dönemlere ait olan amme alacakları, limited şirketten tahsil imkanı bulunmaması halinde yukarıda belirtilen esaslar çerçevesinde ortaklardan takip ve tahsil edilecektir. Bu tarihten önceki dönemlere ait amme alacakları ise ortaklardan kanun değişikliği öncesi hükümlere göre takip ve tahsil edilecektir.

11. 6183 sayılı Kanunun 35 inci maddesinde 5766 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerin usul hükümlerine yönelik olması ve 5766 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesi hükmü gereğince 5766 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla tahsil edilmemiş bulunan amme alacakları için de uygulanacaktır.”

III - Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin Birinci Kısım İkinci Bölümünde yer alan “VII. Kanuni Temsilcilerin Sorumluluğu” başlıklı alt bölümün;

a) Başlığı “VIII. Kanuni Temsilcilerin Sorumluluğu” şeklinde değiştirilmiştir.

b) (6) numaralı bölümü aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“6. 5766 sayılı Kanunun 4 üncü maddesiyle 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesine “Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulur.” hükmü eklenmiştir.

Bu hükme göre, tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda farklı kişilerin kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenler olması halinde söz konusu kişiler, amme alacağından müteselsilen sorumlu tutularak, Kanunun mükerrer 35 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca takip edilecektir.”

c) (7) numaralı bölümün sonuna aşağıdaki paragraflar eklenmiştir.

“5766 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile 6183 sayılı Kanunun 3 üncü maddesine eklenen “tahsil edilemeyen amme alacağı” terimi ile “tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağı” terimlerine ilişkin açıklamalar Tebliğin Birinci Kısım, İkinci Bölüm VII. Limited Şirketlerin Amme Borçları başlıklı alt bölümünün (4) numaralı bölümünde yer almaktadır.

Amme borçlusu nezdinde sürdürülen takip işlemleri sonucunda tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, Kanunun 3 üncü maddesinde yer alan tanımlardaki hususlar dikkate alınmak suretiyle yapılacak işlemlere dayanılarak tespit edilecek ve maddede belirtilen hallerden herhangi birinin varlığı halinde kanuni temsilciler hakkında takip yapılabilmesi için yeterli şartların oluştuğu kabul edilerek, takip işlemlerine kanuni temsilciler adına 6183 sayılı Kanunun 55 inci maddesine göre düzenlenecek ödeme emri tebliği suretiyle başlanılacaktır.

Amme borçlusunun birden fazla kanuni temsilcisi bulunduğu takdirde, ilgili kanunlara göre kanuni temsilcilerin sorumluluk şekline bakılacak ve müşterek ve müteselsil sorumlu olanlar hakkında tahsil edilemeyen veya edilemeyeceği anlaşılan amme alacağının tamamı için her birine ayrı ayrı ödeme emri düzenlenmek suretiyle takibe geçilecektir.”

d) (Karizmatik numaralı bölümü aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“8. 5766 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi ile 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesine “Kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan hükümler, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmaz.” hükmü eklenmiştir.

Bu hükme göre, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 10 uncu maddesinde, kanuni temsilcilerin sorumluluklarına ilişkin hükümlerin düzenlenmiş olması, Vergi Usul Kanunu kapsamındaki amme alacaklarının takibinin 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesine göre yapılmasına engel teşkil etmeyecektir. Dolayısıyla Vergi Usul Kanunu kapsamına giren amme alacakları dahil olmak üzere tüm amme alacakları için mükerrer 35 inci madde uyarınca takip yapılması mümkün bulunmaktadır.”

e) (10) numaralı bölümünden sonra gelmek üzere aşağıdaki (11) numaralı bölüm eklenmiştir.

“11. 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 nci maddesinde 5766 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerin usul hükümlerine yönelik olması ve 5766 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesi hükmü gereğince 5766 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla tahsil edilmemiş bulunan amme alacakları için de uygulanacaktır.”

IV - Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin Birinci Kısım İkinci Bölümünün “VIII- Yurt Dışına Çıkış Yasağı” başlıklı alt bölümü başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“IX. Yurt Dışı Çıkış Tahdidi

1. 5766 sayılı Kanunun 5 inci maddesiyle 6183 sayılı Kanuna eklenen “Yurt dışı çıkış tahdidi” başlıklı 36/A maddesinde “Devlete ait olup 213 sayılı Vergi Usul Kanunu ile 4458 sayılı Gümrük Kanunu kapsamına giren amme alacakları ile bunlara ait zam ve cezalarını ödeme emrinin tebliğ tarihini takip eden yedi gün içerisinde ödemeyen ya da bu Kanun hükümleri uyarınca hakkında bu alacaklar nedeniyle ihtiyati haciz kararı alınan amme borçlusunun yurt dışına çıkışı, alacaklı tahsil dairesinin talebi halinde ilgili makamlarca engellenir.

Yurt dışı çıkış tahdidi, yüzbin Yeni Türk Lirası ve üzerinde olan teminat altına alınmamış amme alacağı için uygulanır. Bakanlar Kurulu, bu tutarı on katına kadar artırmaya, yarısına kadar indirmeye ve yeniden kanuni tutarına getirmeye yetkilidir.

Amme alacağına karşılık teminat alınması, alacağın tecil edilmesi, borçlunun aciz halinin tespit edilmesi, yargı mercilerince amme alacağının takibinin durdurulmasına karar verilmesi veya takibin kanunen durdurulması gereken diğer hallerde yurt dışı çıkış tahdidi, alacaklı tahsil dairesinin talebi üzerine ilgili makamlarca kaldırılır.

Amme borçlusu hakkında uygulanan yurt dışı çıkış tahdidi, hastalık, iş bağlantısı gibi hallerde alacaklı tahsil dairesinin uygun görmesi ve bildirimi üzerine ilgili makamlar tarafından kaldırılır. Bu fıkraya göre yurt dışı çıkış tahdidinin kaldırılmış olması yeniden tatbikine mani değildir.

Amme borçlusuyla birlikte amme alacağının ödenmesinden sorumlu olan ve bu Kanuna göre amme borçlusu sayılan kişiler hakkında da bu maddede yer alan esaslara göre yurt dışı çıkış tahdidi uygulanır.

Bu maddenin uygulamasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir.” hükmü yer almaktadır.

Bu hükümle, yurt dışı çıkış tahdidi uygulaması amme alacaklarının tahsil güvenliğini sağlamak üzere 6183 sayılı Kanunun amme alacaklarının korunması ile ilgili hükümleri içerisinde yeni bir müessese olarak düzenlenmiştir.

2. Yurt dışı çıkış tahdidi, Devlete ait olup, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu ile 4458 sayılı Gümrük Kanunu kapsamına giren amme alacakları ile bu alacaklara ilişkin zam ve cezalar için uygulanabilecektir.

Dolayısıyla, Devlete ait olmakla birlikte anılan kanunlar kapsamında olmayan amme alacakları ile il özel idareleri ve belediyelere ait amme alacakları için yurt dışı çıkış tahdidi uygulanmayacaktır.

3. Yurt dışı çıkış tahdidi, 6183 sayılı Kanunun 36/A maddesi kapsamında borçları bulunan ve Kanunun 3 üncü maddesinde sayılan borçluların uyruğuna bakılmaksızın gerçek kişiler hakkında uygulanacaktır.

Anılan maddede “Amme borçlusuyla birlikte amme alacağının ödenmesinden sorumlu olan ve bu Kanuna göre amme borçlusu sayılan kişiler hakkında da bu maddede yer alan esaslara göre yurt dışı çıkış tahdidi uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir.

Bu hükme göre, tüzel kişilerin borçları nedeniyle bu kişilikleri temsile yetkili bulunan kişilere kanuni temsilci sıfatlarıyla takibe başlanılmak üzere ödeme emri tebliğ edilmeden önce yurt dışı çıkış tahdidi tatbik edilmeyecektir.

Öte yandan, amme borçlusundan aranılan alacağın ödenmesinden sorumlu olan diğer amme borçluları hakkında da yurt dışı çıkış tahdidi ödeme emri tebliği esasına bağlı olarak tatbik edilebilecektir.

4. Amme borçlusu hakkında yurt dışı çıkış tahdidi uygulanabilmesi için, ödeme emri tebliğ tarihini takip eden 7 gün içerisinde amme alacaklarının ödenmemiş olması gerekmektedir. Dolayısıyla vadesinde ödenmemiş amme alacağı için borçluya ödeme emri tebliğ edilmeden yurt dışı çıkış tahdidi tatbik edilmeyecektir.

5. 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca hakkında ihtiyati haciz kararı alınmış olanlar hakkında da yurtdışı çıkış tahdidi uygulanacaktır. Kanuni temsilci, ortak gibi amme borçlusuyla birlikte amme alacağının ödenmesinden sorumlu olan şahıslar hakkında da ihtiyati haciz kararı alınmış ise bu kişiler hakkında ödeme emri tebliğ edilip edilmediğine bakılmaksızın yurt dışı çıkış tahdidi uygulanabilecektir.

6. Amme borçlusu hakkında yurt dışı çıkış tahdidi, Kanunda belirtilen ve teminat altına alınamamış 100.000,- lira ve üzerinde borç bulunması halinde uygulanacaktır. Dolayısıyla, Kanunun 10 uncu maddesine göre borca karşılık teminat alınmışsa, yurt dışı çıkış tahdidinin teminatsız kalan amme alacağı tutarı dikkate alınarak uygulanması gerekmektedir.

Borcun Kanunen belirlenen tutarın altında olması halinde yurt dışı çıkış tahdidi uygulanmayacak; tahdidin tatbikinden sonra bu tutarın altına inmesi halinde ise yurt dışı çıkış tahdidi derhal kaldırılacaktır.

7. Amme borçlusu hakkında uygulanan yurt dışı çıkış tahdidi;

- Borcun ödenmesi,

- Amme alacağına karşılık teminat alınması,

- Alacağın tecil edilmesi,

- Borçlunun aciz halinin tespit edilmesi,

- Yargı mercilerince amme alacağının takibinin durdurulmasına karar verilmesi,

- Takibin kanunen durdurulması gereken diğer hallerin bulunması,

durumlarında alacaklı tahsil dairesinin talebi üzerine ilgili makamlarca kaldırılacaktır.

Yurt dışı çıkış tahdidinin kaldırılmasını gerektiren bu haller Kanun hükmünde açık olarak belirtilmiş olup, söz konusu hallerin varlığı halinde borçlu hakkında yurt dışı çıkış tahdidi konulmayacak daha önce konulmuş tahditler de bu hallerin oluşması üzerine derhal kaldırılacaktır.

Bu itibarla, tutarına bakılmaksızın 6183 sayılı Kanunun 75 inci maddesi uyarınca aciz halinde olduğu tespit edilen borçlulardan aranılan ve aciz fişine bağlanan amme alacakları için yurt dışı çıkış tahdidi uygulanmayacaktır. Bunun yanı sıra, haklarında iflas kararı bulunan borçlular için de yurt dışı çıkış tahdidi uygulanmayacaktır.

Ancak, haklarında iflas kararı veya iflas erteleme kararı bulunan tüzel kişilerin borçlarından sorumlu olan kişiler hakkında şahsi iflas kararları olmadığı müddetçe söz konusu borçlar nedeniyle bu kişiler hakkında yurt dışı çıkış tahdidi uygulanacağı tabiidir.

8. Kanunun 36/A maddesinin dördüncü fıkrasında “Amme borçlusu hakkında uygulanan yurt dışı çıkış tahdidi, hastalık, iş bağlantısı gibi hallerde alacaklı tahsil dairesinin uygun görmesi ve bildirimi üzerine ilgili makamlar tarafından kaldırılır. Bu fıkraya göre yurt dışı çıkış tahdidinin kaldırılmış olması yeniden tatbikine mani değildir.” hükmü yer almaktadır.

Bu hükme göre, yurt dışı çıkış tahdidine muhatap olan borçluların hastalık, iş bağlantısı ve benzeri zaruri nedenlerden dolayı tahsil dairelerine yapacakları müracaat üzerine durumları tahsil dairesince değerlendirilecek ve borçluların karşılaştıkları olumsuz sonuçlarının önlenmesi açısından uygun görülmesi halinde tatbik edilen tahditler kaldırılabilecektir.

Bu durumda olan borçluların talepleri, tahsil dairesi yöneticisi başkanlığında (vergi dairesi yetkisini haiz olarak kurulan ve faaliyete geçen vergi dairesi başkanlıklarında vergi dairesi başkanı, yetki devri halinde ilgili grup müdürü/müdür, vergi dairesi müdürlüklerinde vergi dairesi müdürleri, malmüdürlüklerinde malmüdürleri) ilgili bölüm (vergilendirme ve tahsilat/kovuşturma) yöneticileriyle birlikte değerlendirilecektir.

Bu değerlendirmede, borçlunun öteden beri borç ödeme konusunda iyi niyetli olup olmadığı hususu da dikkate alınarak,

- Yurt dışı çıkış tahdidi uygulamasının, borçlunun ileride doğabilecek borç ödeme kabiliyetini olumsuz etkileyebileceği veya tedavi olanaklarını kaybetmesine neden olabileceği,

- Yurt dışına çıkışın amme alacağının takip ve tahsilini olumsuz etkilemeyeceği,

kanaatine varılması halinde, borca yetecek tutarda teminat gösterilmese dahi borçluların içinde bulundukları bu tür durumlar nedeniyle yurt dışına çıkışlarına izin verilebilecektir.

Bu şekilde yurt dışı çıkış tahdidinin kaldırılmış olması yeniden tatbikine engel teşkil etmemektedir.

Yurt dışı çıkış tahdidinin, tüzel kişilikten tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme borçlarından dolayı sorumlu tutulan birden fazla kanuni temsilcisi hakkında uygulanmış olması halinde, tahdidin kaldırılması için yukarıda belirtilen gerekçelerle yapılacak taleplerin de aynı şekilde değerlendirilmesi, ancak en az bir kanuni temsilci hakkında bu tahdidin devam ettirilmesi gerekmektedir.

Ancak, tüzel kişiliğin kanuni temsil yetkisinin bir kişiye verilmiş olması halinde, söz konusu kişi hakkında tahdidin kaldırılmasına yönelik talebin de yukarıda yapılan açıklamalara göre değerlendirilmesi ve uygun görülmesi halinde tahdidin kaldırılması icap etmektedir.

9. Tahsil daireleri yurt dışı çıkış tahdidi uygulanacak borçluları Emniyet Makamlarına bildirmesi üzerine bu makamlar tarafından tahdit uygulanacaktır. Emniyet Makamlarına yapılacak bildirimlerde; borçlunun adı soyadı, T.C. kimlik numarası/vergi kimlik numarası, doğum yeri ve tarihi, ana ve baba adı, nüfusa kayıtlı olduğu yer, iş ve ikametgah adresleri, borcun tutarı, yılı, türü ve vadesinin eksiksiz olarak yer alması zorunludur.

10. Tahsil dairelerince, yurt dışı çıkış tahdidi konulmak üzere Emniyet Makamlarına isimleri bildirilen kişilere durum ayrıca bir yazı ile derhal bildirilecektir. Bu yazıda; borcun mahiyeti, yılı, tutarı, vadesi ve ne şekilde tasfiye olunabileceği, yurt dışı çıkış tahdidinin kaldırılabilmesi için ne gibi işlemler yapılması gerektiği açıkça belirtilmek suretiyle borçluların bu konuda bilgilendirilmeleri sağlanacaktır.

11. Hakkında yurt dışı çıkış tahdidi konulan şahısların durumları tahsil dairelerince dikkatle izlenecek, bu tahdidin konulmasına neden olan borcun ödenmesi, terkini, teminata bağlanması gibi tahdidin konulma gerekçesini ortadan kaldıran durumlarda, keyfiyet derhal ilgili Emniyet Makamlarına bildirilmek suretiyle mükelleflerin oluşabilecek mağduriyetlerinin önlenmesi temin edilecektir.”

V - Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin Birinci Kısım Üçüncü Bölüm “II. Ödeme Şekli” başlıklı alt bölümün (2) numaralı bölümü aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

2. Yukarıda yer verilen hükümlerin Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden; borçlusu, türü ve uygulamanın başlangıç tarihi aşağıdaki tabloda yer alan amme alacaklarının yine aynı tabloda yer alan tarihlerden itibaren vergi dairesi veznelerine nakden veya çekle ödenmesi yerine tahsilata yetkili kılınan bankalara ödenmesi mecburiyeti getirilmiştir. Dolayısıyla, bankalara ödenmesi mecburiyeti getirilen amme alacakları, bu mecburiyetin getirildiği tarihten sonra vergi dairesi veznelerince nakden veya çekle tahsil edilmeyecektir.
 

No

Amme Borçlusu

Amme Alacağının Türü

Uygulamanın Başlangıç Tarihi

1.

Kurumlar vergisi mükellefi

Kanuni süresinde beyan edilen kurumlar vergisi

01.01.2008

2.

Kurumlar vergisi mükellefi

Kanuni süresinde beyan edilen kurumlar vergisine mahsuben ödenecek geçici vergi

01.01.2008

3.

Kurumlar vergisi mükellefi

Kanuni süresinde beyan edilen (sorumlu sıfatıyla beyan edilenler dahil) katma değer vergisi

01.01.2009

4.

Kurumlar vergisi mükellefi

Kanuni süresinde beyan edilen kurum stopaj vergisi

01.01.2009

5.

Kurumlar vergisi mükellefi

Kanuni süresinde beyan edilen gelir stopaj vergisi

01.01.2009
 
 

VI - Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin Birinci Kısım Dördüncü Bölümünün “I. Tecil” alt başlıklı bölümünün (1) numaralı bölümü aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“1. 5766 sayılı Kanunun 6 ncı maddesiyle 6183 sayılı Kanunun 48 inci maddesinde 01.07.2008 tarihinden geçerli olmak üzere yapılan değişiklik uyarınca, amme alacağının vadesinde ödenmesi, haciz uygulanması veya haczedilen malın paraya çevrilmesi hallerinin, amme borçlusunu çok zor duruma düşüreceğinin anlaşıldığı durumlarda, Kanunun ve alacaklı amme idarelerinin öngördüğü şartlarla, amme alacağının 36 ayı geçmemek üzere tecil edilerek taksite bağlanabileceği hükmü yer almaktadır.”

VII - Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin Birinci Kısım Dördüncü Bölümünün “I.Tecil” alt başlıklı bölümünün (4) numaralı bölümü aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“4. Borçludan teminat alınması Kanunda sayılan tecil şartları arasındadır. Teminatın alınmasında öncelikle 6183 sayılı Kanunun 10 uncu maddesindeki maddi teminatın aranması, borçlu maddi teminat gösteremediği takdirde 11 inci maddeye göre şahsi kefaletin, tahsil dairesince uygun görülmesi şartıyla, teminat olarak kabulü mümkündür.

a) 6183 sayılı Kanunun 48 inci maddesine 01.07.2008 tarihinden geçerli olmak üzere 5766 sayılı Kanunla eklenen ikinci fıkrada “Şu kadar ki, amme borçlusunun alacaklı tahsil daireleri itibarıyla tecil edilen borçlarının toplamı ellibin Yeni Türk Lirasını (bu tutar dahil) aşmadığı takdirde teminat şartı aranılmaz. Bu tutarın üzerindeki amme alacaklarının tecilinde, gösterilmesi zorunlu teminat tutarı ellibin Yeni Türk Lirasını aşan kısmın yarısıdır. Bakanlar Kurulu; bu tutarı on katına kadar artırmaya, yarısına kadar indirmeye, yeniden kanuni tutarına getirmeye ve alacaklı amme idareleri itibarıyla bu hadler arasında farklı tutar belirlemeye yetkilidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Buna göre; amme borçlusunun alacaklı tahsil daireleri itibarıyla tecil edilecek borçlarının toplamının 50.000,- lirayı (bu tutar dahil) aşmaması şartıyla tecil edilecek borçlar için teminat aranılmayacaktır. Teminat aranılmaksızın yapılacak tecil ve taksitlendirmelerde, 50.000,- liralık sınır alacaklı amme idarelerinin her bir tahsil dairesine olan tecile konu borç toplamları dikkate alınarak belirlenecektir.

Tecil ve taksitlendirilecek amme alacaklarının toplam tutarının 50.000,- lirayı aşması durumunda, gösterilmesi zorunlu olan teminat tutarı 50.000,- lirayı aşan kısmın yarısı olacaktır.

Teminat aranılmaksızın yapılacak tecil ve taksitlendirmelere ilişkin olarak belirlenen 50.000,- liralık sınır, tecilli borçların toplamı esas alınarak uygulanacağından, borçlunun tecil edilmiş ve tecil şartlarına uygun olarak ödeme yaptığı borçları için bu sınır dikkate alınmış ise bu borçlar ödenmediği sürece yeni tecil taleplerinde dikkate alınmayacaktır.

Amme borçlusunun teminat aranılmaksızın tecil ve taksitlendirilmiş borçlarının bulunması halinde borçlu, söz konusu borcunu taksitlendirme şartlarına uygun ödedikten sonra veya tecil şartlarına uygun ödeme yapılmaması nedeniyle tecilin ihlal edilmiş olması durumunda ve aynı tahsil dairesine teminatsız tecil uygulamasından yararlanmadığı başka bir tecilli borcu bulunmadığı takdirde 50.000,- liralık teminatsız tecil uygulamasından tekrar yararlanabilecektir.

Dolayısıyla, her bir tahsil dairesince borçlunun tecil edilen borç toplamı 50.000,- liraya ulaşıncaya kadar borçludan herhangi bir teminat göstermesi istenmeyecektir. Ancak, tecil edilen borç toplamı 50.000,- lirayı aştıktan sonra ve tecil şartlarına uygun ödemeler devam ettiği müddetçe borçlu tarafından yapılacak her yeni tecil talebi sırasında, daha önce tecil edilmiş borçların 50.000,- liralık kısmı için teminat aranılmamış olması nedeniyle, tecili talep edilen borcun yarısı değerinde teminat gösterilmesi istenilecektir.

Örnek 1 - Mükellef (A)’nın Yıldırım Beyazıt Vergi Dairesine 30.000,- lira ve Maltepe Vergi Dairesine de 45.000,- lira borcu bulunmaktadır.

Mükellef (A), 01.07.2008 tarihinde anılan vergi dairelerinden söz konusu borçlarının tecil ve taksitlendirilmesini talep etmiş, vergi daireleri borcun taksitler halinde ödenmesini uygun bulmuştur.

Bu durumda, mükellefin her iki vergi dairesine olan ve tecili uygun görülen borçları, ayrı ayrı 50.000,- liranın altında kaldığı için vergi dairelerince herhangi bir teminat aranılmaksızın taksitlendirme yapılacaktır.

Örnek 2 - Mükellef (B), 26.07.2008 tarihinde bağlı bulunduğu vergi dairesine müracaat ederek, 120.000,- lira borcunun taksitlendirilmesini talep etmiş, vergi dairesi mükellefin talebini değerlendirmiş ve borcun Ağustos 2008 ayından itibaren 6 ayda 6 eşit taksitte ödenmesini uygun görmüştür.

Vergi dairesi, mükelleften taksitlendirilen bu borcu için 50.000,- lirayı aşan kısmın yarısı olan [(120.000–50.000=) 70.000/2=] 35.000,- lira değerinde teminat göstermesini isteyecektir.

Örnek 3 - Mükellef (C), 26.08.2008 vadeli 40.000,- lira borcu için aynı tarihte tecil ve taksitlendirme talep etmiştir. Mükellefin söz konusu borcu Eylül 2008 ayından başlamak ve 8 ayda 8 eşit taksitte ödenmek üzere tecil edilmiştir. Mükellef, mevcut tecilli borcunu tecil şartlarına uygun ödemeye devam ederken, 26.10.2008 vadeli 30.000,- lira borcu için aynı tarihte tecil ve taksitlendirme talebinde bulunmuştur. Vergi dairesince mükellefin söz konusu borcu Kasım 2008 ayından başlamak ve 6 ayda 6 eşit taksitte ödenmek üzere tecil edilmiştir.

Teminat şartı aranılmaksızın tecil edilebilecek borç tutarı 50.000,- lira olduğundan, vergi dairesi mükellefin 26.08.2008 vadeli 40.000,- lira borcunu taksitlendirirken mükelleften herhangi bir teminat istemeyecektir. 26.10.2008 vadeli borç tecil edilirken 50.000 liralık sınır mükellefin tecilli borçlarının toplamı dikkate alınarak uygulanacak ve tecil edilen borç toplamı 70.000,- liraya ulaştığından, yeni tecili talep edilen borcun 10.000,- liralık kısmı için teminat istenmeyecek, geri kalan kısmının yarısı tutarında [(30.000-10.000=) 20.000/2=10.000 lira] teminat göstermesi istenilecektir.

Örnek 4 - Mükellef (D), 26.09.2008 tarihinde 60.000,- lira borcu için tecil ve taksitlendirme talep etmiştir. Mükellefin söz konusu borcu Ekim 2008 ayından başlamak ve 6 ayda 6 eşit taksitte ödenmek üzere tecil edilmiştir. Mükellef, mevcut tecilli borcunu tecil şartlarına uygun ödemeye devam ederken, 26.12.2008 tarihinde 70.000,- lira borcu için tecil ve taksitlendirme talebinde bulunmuştur. Vergi dairesince mükellefin 70.000,- liralık borcu da Ocak 2009 ayından başlamak ve 5 ayda 5 eşit taksitte ödenmek üzere tecil edilmiştir.

Teminat şartı aranılmaksızın tecil edilebilecek borç tutarı 50.000,- lira olduğundan, vergi dairesi mükellefin 26.09.2008 vadeli 60.000,- lira borcunu taksitlendirirken, tecil edilen borcun 50.000,- liralık kısmı için herhangi bir teminat istememiş, 50.000,- liranın üzerinde kalan tutarın yarısı olan [(60.000-50.000=)10.000/2=] 5.000,- lira için teminat almıştır.

Borçlu, ilk tecil talebine istinaden tecil edilen borcu için 50.000,- liralık teminat aranmaksızın tecil uygulamasından yararlandığından, 26.12.2008 vadeli borç tecil edilirken borçludan tecili talep edilen borcun yarısı tutarında (70.000/2=35.000 lira) teminat göstermesi istenilecektir.

b) 01.07.2008 tarihinden geçerli olmak üzere 5766 sayılı Kanunla değişik 6183 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin beşinci fıkrasında “Haciz yapılmışsa mahcuz mal, değeri tutarınca teminat yerine geçer. Tecil edilen amme alacakları ile ilgili olarak daha önce tatbik edilen ve borcun tamamını karşılayacak değerde olan hacizler, yapılan ödemeler nispetinde kaldırılır ve buna isabet eden teminat iade edilir. Ancak, mahcuz malların değeri tecil edilen borç tutarından az, zorunlu teminat tutarından fazla olması halinde, tatbik edilen hacizler, tecil şartlarına uygun olarak yapılan ödemeler neticesinde kalan tecilli borç tutarı mahcuz mal değerinin altına inmediği müddetçe kaldırılmaz. Tecilli borca karşılık alınan teminat ise, tecil şartlarına uygun olarak yapılan ödemeler neticesinde kalan tecilli borç tutarının zorunlu teminat tutarının altına inmesi durumunda, yapılan ödemeler nispetinde kaldırılır.” hükmü yer almaktadır.

Söz konusu hükümde;

-borçlunun daha önce tahsil dairesince haczedilmiş mallarının, tecil talep edilmesi halinde değeri tutarınca teminat yerine geçeceğine,

-tahsil dairesince borçlunun malları üzerine haciz tatbik edildikten sonra borcun tecil edilmesi halinde, tecil edilen bu borçlar için tatbik edilmiş hacizlerin hangi şartlar dahilinde kaldırılabileceğine,

-tecil edilen borca karşılık teminat gösterilmiş olması durumunda, borçlu tarafından gösterilen teminatların hangi şartlar dahilinde borçluya iade edileceğine,

ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.

Buna göre, borçlunun malları üzerine haciz tatbik edildikten sonra borcun tecil edilmesi halinde, daha önce haczedilmiş malları, tecil ve taksitlendirilen borçları için değeri tutarınca teminat yerine geçecektir.

Haklarında 6183 sayılı Kanun uyarınca yapılan takip muamelesi sonucunda malları haczedilmiş amme borçlularından aranılan amme alacaklarının tecil edilmesi durumunda tecilden önce tatbik edilen ve alacağın tamamını karşılayacak değerdeolan hacizler, yapılan ödemeler nispetinde kaldırılacak ve buna isabet eden teminatlar bölünebilir nitelikte ise iade edilecektir. Dolayısıyla bu durumdaki amme alacaklarının tecilinde, teminatsız tecil veya zorunlu teminat tutarı esas alınarak teminat istenmesi uygulaması söz konusu olmayacaktır.

Borcun tecilinden önce haczedilmiş malların değeri tecil edilen borç tutarından az, zorunlu teminat tutarından fazla ise tatbik edilmiş olan hacizler, tecil şartlarına uygun olarak ödenen taksitler sonucunda kalan borç tutarı, hacizli mal değerinin altına inmediği sürece kaldırılmayacak, tecil şartlarına uygun olarak yapılan ödemeler neticesinde kalan tecilli borç tutarı hacizli malın değerinin altına indikten sonra, yapılan ödemeler nispetinde ve bölünebilir nitelikte olması şartıyla kaldırılacaktır.

Amme borçlusunun tecil ve taksitlendirilen borç tutarı teminat aranılmayacak 50.000,- liralık sınırın altında olsa dahi tecilden önce haciz tatbik edilen hallerde yukarıda açıklandığı şekilde tatbik edilmiş hacizler yapılan ödemeler nispetinde kaldırılacaktır.

Borcun tecilinden önce haczedilmiş malların değeri, tecil edilen borç tutarından ve madde hükmüne göre istenilmesi gereken zorunlu teminat tutarından az ise haczedilen malların değeri ile gösterilmesi gereken zorunlu teminat tutarı arasındaki fark kadar teminat gösterilmesi istenilecektir. Bu durumda yapılan tecillerde istenilecek zorunlu teminat tutarı belirlenirken 50.000,- liralık sınırın dikkate alınacağı tabiidir.

6183 sayılı Kanunda yapılan düzenlemeye göre tecilli borçlar için alınmış teminatların iadesi, hacizli malların teminat yerine geçtiği durumlar ile haciz uygulaması olmaksızın teminat alındığı durumlar açısından farklılık göstermektedir.

Tecil ve taksitlendirmeden önce tatbik edilen hacizler hakkında tesisi gereken işlemler yukarıda açıklanmıştır.

6183 sayılı Kanun uyarınca herhangi bir haciz uygulaması olmadan tecil edilen borçlar için alınan teminatlar; tecil şartlarına uygun olarak yapılan ödemeler sonucunda kalan tecilli borç tutarının, zorunlu teminat tutarının altına inmesi durumunda yapılan ödemeler nispetinde ve bölünebilir nitelikte olması şartıyla iade edilecektir.

Bu hüküm, amme borçlusunun tecilli borçlarına karşılık gösterdiği teminatların her bir tecil için ayrı ayrı değerlendirilmesini ve tecil şartlarına uygun yapılan ödemeler nispetinde teminatların iadesini gerektirmektedir.

Teminatların iade edilmesi sırasında borçludan tahsili gereken amme alacaklarının tahsil güvenliğini sağlamak üzere gerekli tedbirlerin alınacağı tabiidir.

Örnek 5 - Mükellef (E)’nin muhtelif vadeli 100.000,- lira vergi borcu için vergi dairesi, mükellefin 90.000,- lira ve 60.000,- lira değerindeki iki adet gayrimenkulüne haciz tatbik etmiştir. Mükellef vergi dairesinden borçlarının tecil ve taksitlendirmesini talep etmiş, anılan vergi dairesince söz konusu borçlar 10 ayda ve 10 eşit taksitte ödenmek üzere tecil edilmiştir.

Bu örnekte, tecil ve taksitlendirmeden önce borcun tamamını karşılayacak değerde haciz tatbik edilmiş olduğundan, zorunlu teminat tutarı belirlenmesi söz konusu olmayacak, dolayısıyla tatbik edilmiş hacizler tecil yapılmasına rağmen kaldırılmayacaktır.

Mükellefin, iki taksiti ödemesi durumunda, kalan tecilli borç tutarı 80.000,- lira olacaktır. Mükellefin gayrimenkulleri üzerine borcun tecilinden önce tatbik edilen hacizler, taksit ödemeleri nispetinde kaldırılabileceğinden, kalan 80.000,- lira ve hesaplanan tecil faizlerinden oluşan borcu, 90.000,- lira değerindeki gayrimenkulün karşılaması halinde bu gayrimenkul üzerindeki haciz baki kalmak kaydıyla 60.000,- lira değerindeki gayrimenkul üzerindeki haciz kaldırılacaktır.

Örnek 6 - Mükellef (F)’nin 900.000,- lira borcu için vergi dairesince 575.000,- lira değerindeki gayrimenkullerine haciz tatbik edilmiştir. Mükellef vergi dairesinden borçlarının tecil ve taksitlendirmesini talep etmiş, söz konusu borçlar 18 ayda ve 18 eşit taksitte ödenmek üzere tecil edilmiştir.

Haczedilen gayrimenkullerin değeri tecil edilen borç tutarından az, ancak madde hükmüne göre gösterilmesi zorunlu teminat tutarı olan [(900.000-50.000=) 850.000/2=] 425.000,- liradan fazladır. Bu nedenle mükelleften tecil edilen borçlara karşılık teminat istenilmeyecektir.

Mükellef, ilk 7 taksit tutarı olan toplam 350.000,- lirayı ödedikten sonra kalan tecilli borç tutarı (900.000 – 350.000= 550.000 lira) hacizli gayrimenkullerin değeri olan 575.000,- liranın altına inmesine ve hacizli gayrimenkullerin değerinin zorunlu teminat tutarı olan 425.000,- liranın üstünde olmasına rağmen bölünebilir nitelikte olması koşuluyla kaldırılabilecek haciz tutarı 25.000,- lira olacaktır. Mükellefin tecil şartlarına uygun olarak yapacağı ödemeler üzerine malları üzerindeki hacizler, bölünebilir nitelikte olması şartıyla yapılan ödemeler nispetinde kaldırılabilecektir. (Örnekte tahsili gereken tecil faizi ihmal edilmiştir.)

Örnek 7 - Mükellef (G), 1.500.000,- lira tutarındaki borcu için tecil ve taksitlendirme talep etmiş, söz konusu borç 12 ayda ve 12 eşit taksitte ödenmek üzere 30.07.2008 tarihinde tecil edilmiştir.

Mükellef taksitlendirilen borçları için [(1.500.000-50.000=)1.450.000/2=] 725.000,- lira tutarındaki zorunlu teminatı göstermiştir.

Mükellef vergi dairesine ilk 7 taksit toplamı olan (125.000 x 7=) 875.000,- lira tutarında ödeme yapmıştır. Bu durumda, mükellefin kalan tecilli borcu (1.500.000– 875.000=) 625.000,- lira olup, zorunlu teminat tutarı olan 725.000,- liranın altına inmiş olacağından, zorunlu teminat tutarı ile kalan tecilli borç tutarı arasındaki (725.000-625.000=) 100.000,- lira değerindeki teminat bölünebilir nitelikte ise mükellefe iade edilebilecektir. Örnek, tahsili gereken tecil faizi ihmal edilerek düzenlenmiştir.

Diğer taraftan, haciz tatbik edilmemiş amme alacaklarının tecili sırasında istenecek zorunlu teminat tutarının belirlenmesinde hesaplanacak tecil faizleri dikkate alınmamakla birlikte, teminatların iadesinde ödenmesi gereken tecil faizlerinin de dikkate alınması gerekmektedir.

c) 5766 sayılı Kanunun 6 ncı maddesiyle 6183 sayılı Kanunun 48 inci maddesinde yapılan değişikliklerin, 5766 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesi hükmü nedeniyle, 6183 sayılı Kanunun 48 inci maddesinde yapılan değişikliklerin yürürlüğe gireceği 01.07.2008 tarihinden önce tecil edilmiş bulunan amme alacakları hakkında da uygulanması mümkün bulunmaktadır.”

VIII - Seri:A Sıra No:1 Tahsilat TebliğininBirinci Kısım Dördüncü Bölümünün “I. Tecil” alt başlıklı bölümünün (9) numaralı bölümünün (e) bölümü aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“e) Tecilin, tecil ve taksitlendirme şartlarının borçlu tarafından kabul edilmesiyle hüküm ifade ettiği hususu da dikkate alınarak, 01.07.2008 tarihinden itibaren yapılacak müracaatlara dayanılarak yapılan tecillere uygulanmak üzere, “tecil edilen borç tutarının %10’u ödenmedikçe ilgili tahsil dairesine borcu bulunmadığını gösteren yazının verilmemesi” tecil şartı olarak belirlenmiştir. Kendilerine tecil ve taksitlendirme yetkisi verilmiş olanlar, yaptıkları tecil ve taksitlendirme işlemlerinde getirilen bu şartı da ihtiva eden örneği ekte yer alan talimat yazısını (Ek-6) kullanarak tecil talebini sonuçlandıracaklar ve bu talimatta yer alan hususları borçluya tebliğ edeceklerdir.”

IX - Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin Birinci Kısım Dördüncü Bölümünün “I. Tecil” alt başlıklı bölümünün (9) numaralı bölümünün (f) bölümünün sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir.

“Derhal ödenecek tutarlara, tecil müracaat tarihinden derhal ödenmesi gereken tutarın ödendiği tarihe kadar geçen süre için tecil faizi hesaplanacaktır.”

X - Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin Birinci Kısım Dördüncü Bölümünün “I. Tecil” alt başlıklı bölümünün (9) numaralı bölümüne (i) bölümünden sonra gelmek üzere aşağıdaki (j) bölümü eklenmiştir.

“j) Tecil ve taksitlendirme talebinde bulunan amme borçlusunun tecil edilen borçlarını taksit ödeme sürelerinden önce ödemesi mümkündür. Bu durumda, erken ödenen tutara, tecil müracaat tarihinden ödemenin yapıldığı tarihe kadar geçen süre için tecil faizi hesaplanacaktır.”

XI - Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin Birinci Kısım Dördüncü Bölümünün “I. Tecil” alt başlıklı bölümünün (12) numaralı bölümünden sonra gelmek üzere aşağıdaki (13) numaralı bölüm eklenmiş, mevcut (13) numaralı bölüm; (14) numaralı bölüm olarak ve bölümde yer alan “Örnek 3-” ibaresi “Örnek 1-” olarak, mevcut (14) ve (15) numaralı bölümlerin numaraları (15) ve (16) olarak değiştirilmiştir.

“13) Tecil ve taksitlendirilmiş borçların tecil şartlarına uygun ödenmemesi durumunda, tecil ihlal edilmiş sayılacaktır. Tecil şartlarını ihlal eden borçluların, tecilin geçerli sayılması için tecile yetkili makamlara yapacakları başvuru üzerine bu makamlarca gerekli değerlendirme yapıldıktan sonra tecilin geçerli sayılmasına karar verilebilecektir.

Daha evvel tecil edilen bir borca karşılık yapılan ödemelerin tecilli sayılması ve kalan tutarın da belirlenen bir plan dahilinde ödenmesine izin verilmesi anlamına gelen “tecilin geçerli sayılması” uygulamasında, tecil faizi geçerli sayılan tecil için yapılmış ilk müracaat tarihi esas alınarak hesaplanacaktır.

Tecilin geçerli sayılması durumunda da tecile yetkili makamların borçlunun ilk müracaat tarihinden itibaren verilebilecek azami süreyi geçmeyecek şekilde ödeme süresi vermeleri gerektiği tabiidir.

Örnek 1 - Mükellef (A), 15.04.2008 tarihinde bağlı olduğu vergi dairesine müracaat ederek borçlarını 15 ay süreyle ödemek üzere tecilini talep etmiştir. Vergi dairesi mükellefin 15.04.2008 tarihi itibarıyla (bu tarih hariç) gecikme zammı dahil toplam 60.000,- lira borcu olduğunu tespit etmiş ve söz konusu borcun Mayıs 2008 ayından başlamak üzere 12 ayda 12 eşit taksitte ödenmesini uygun görmüştür.

İlk 4 taksidini ödeme planına uygun olarak ödeyen mükellef, Eylül 2008 ayında ödemesi gereken 5 inci taksidini süresinde ödemeyerek tecili ihlal etmiştir. Bağlı bulunduğu vergi dairesine 05.10.2008 tarihinde müracaat eden mükellef, elinde olmayan nedenlerle ödeme yapamadığını belirterek tecilinin geçerli sayılmasını ve kalan borcunun Ekim ayından başlamak üzere 12 ayda eşit taksitler halinde ödenmesine imkan verilmesini talep etmiştir. Vergi dairesince mükellefin talebi değerlendirilmiş ve söz konusu borç tecilli sayılarak kalan borcun Ekim 2008 ayından başlamak üzere 10 ayda ve 10 eşit taksitte ödenmesine karar verilmiştir.

Örnek olayda tecil ihlaline kadar tüm taksitler tecil faizleri ile birlikte ödenmiştir. Bu nedenle mükellefin kalan borcu için ödeme tarihlerine göre tecil faizleri hesaplanacaktır. Mükellefin, Ekim 2008 ayında ödemesi gereken taksidini 20.10.2008 tarihinde ödediği varsayıldığında tecil faizi aşağıdaki gibi hesaplanacaktır.

Mükellefin talebi kabul edilerek tecil geçerli sayıldığından, Ekim 2008 ayında ödenmesi geren taksit için ilk müracaat tarihi olan 15.04.2008 ile ödeme günü olan 20.10.2008 tarihleri arasında geçen süreye;
 

4.000 x 24 x 189

36.000

=

504,- lira tecil faizi hesaplanacaktır.
 
 

Bu mükellefin, 20.10.2008 tarihinde ödeyeceği taksit tutarı tecil faizi dahil toplam (4.000 + 504=) 4.504,- lira olacaktır.

Örnekte, mükellefin daha sonra ödeyeceği taksitlere ilişkin tecil faizi hesaplamasına yer verilmemiş olmakla birlikte bu taksitlerin ödenmesinde de aynı esaslar dahilinde tecil faizi hesaplanacağı tabiidir.”

XII - Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin Üçüncü Kısım Birinci Bölümünün “I-Tahsil Zamanaşımı” alt başlıklı bölümünün (5) numaralı bölümü aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“5. 5018 sayılı Kanuna dayanılarak hazırlanan ve 30.12.2006 tarihli ve üçüncü mükerrer 26392 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Merkezi Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin;

2 nci maddesinde, Yönetmeliğin merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin muhasebe kayıt ve işlemlerini kapsayacağı,

- 509 uncu maddesinde, yönetim döneminin, bir mali yılın başından sonuna kadar yapılan bütün işlemler ile mali yıl geçtikten sonra, mahsup dönemi içinde önceki mali yıla ilişkin olarak yapılan mahsup işlemlerini kapsayacağı,

belirtilmiştir.

Yönetmeliğin 510 uncu maddesinde de düzenlenen yönetim dönemi hesabı defter, cetvel ve tablolar ile bu Yönetmelik uyarınca düzenlenmesi gereken yıl sonu sayım tutanaklarının, mahsup dönemi sonu itibarıyla görev başında bulunan muhasebe yetkilisi tarafından yönetim dönemi hesabı adı altında oluşturulacak bir dosya ile en geç mahsup dönemini izleyen bir ay içerisinde Sayıştay Başkanlığına gönderileceği ve yönetim dönemi hesabının hangi defter, cetvel ve tablolardan oluşacağı sayılarak “Bütçe gelirleri tahakkuk artıklarından zamanaşımına uğramış olanlara ilişkin ayrıntı cetveli (Örnek:47)” de yönetim dönemi hesabını oluşturan cetveller arasında yer almıştır.

Aynı maddenin (5) numaralı fıkrasının (a) bendinde, bütçe gelirleri tahakkuk artıklarından zamanaşımına uğramış olanlara ilişkin ayrıntı cetveline, yönetim dönemi hesabı verilen mali yılın sonuna kadar zamanaşımına uğramış tahakkuk artıklarının mükellefler ve gelir çeşitlerine göre ayrıntılı olarak kaydedileceği düzenlenmiştir.

Buna göre, 5018 sayılı Kanuna dayanılarak hazırlanan Merkezi Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinde, “Bütçe gelirleri tahakkuk artıklarından zamanaşımına uğramış olanlara ilişkin ayrıntı cetveli”ne yer verildiğinden 6183 sayılı Kanunun 102 nci maddesine göre zamanaşımına uğramış alacaklar ile ilgili olarak belirtilen cetvelin kullanılması gerekmektedir.

Söz konusu cetvelin, tahsil daireleri tarafından yönetim dönemi hesabı vermek ve gerekli terkin iznini almak üzere düzenlenmesi ve terkin izninin alınması için Gelir İdaresi Başkanlığına gönderilmesi icap etmektedir.”

XIII - Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin Üçüncü Kısım Üçüncü Bölümün “II- Geçici 8 inci Madde” alt başlıklı bölümünün (1.1.) numaralı bölümünün birinci paragrafında yer alan “31.12.2007” ibaresi “31.12.2009” şeklinde değiştirilmiştir.

XIV - Seri:A Sıra No:1 Tahsilat Tebliğinin ekinde yer alan (EK-6) aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
 
 

“EK-6

TECİL VE TAKSİTLENDİRME TALEPLERİ HAKKINDA

TALİMAT YAZISI ÖRNEĞİ

T. C.

…………………………………….

……………………… MÜDÜRLÜĞÜNE
 
 
 
 
 

Daireniz mükelleflerinden ……………… T.C. kimlik/vergi kimlik numaralı …………………………….’nın, …………………….… dönemi/yılı …………………... lira borcunun;
 

1 - Tecil ve taksitlendirilen borçların toplamının 50.000,- lirayı aşması halinde aşan kısmın yarısı oranında teminat gösterilmek,
 

2 - Söz konusu borca tecilli sayıldığı tarihten itibaren yıllık % ... faiz uygulanmak,
 

3 - Borca karşılık her ay ………………... lira/…………...… aylarında ……..……. lira ödenmek, ayrıca hesap edilecek faizler de taksitlerle birlikte alınmak,
 

4 - Bu süre içerisinde tecil edilmiş veya edilecek olan diğer amme alacakları zamanında ödenmek,
 

5 - Tecil ve taksitlendirme koşullarına uyulmadığında taksitlerin tamamı muaccel olacağından, bu borç için takibata devam edilerek teminat derhal paraya çevrilmek veya şahsi kefil gösterilmişse kefil takip edilmek,
 

6 - Borçlunun, borcunun bulunmadığına dair yazı talep etmesi halinde, bu yazı tecil edilen borcun % 10’unun ödenmiş olması şartıyla verilmek,
 

7 - Bu koşullara uyulacağı bir yazı ile kabullenilmek,
 

Kayıt ve şartlarıyla 6183 sayılı Kanunun 48 inci maddesi gereğince …/…/... tarihinden itibaren tecilli sayılarak, ilk taksit …………………. ayından başlamak ve ………….…ayda …………..…. taksitte ödenmek üzere tecili uygun görülmüştür.
 

Bilgi edinilmesini ve gereğini rica ederim.
 
 

İmza

Adı-Soyadı

Unvanı”

Tebliğ olunur.